tag:blogger.com,1999:blog-42530219607675444592024-03-14T14:03:13.727+03:00zeugmaAhmet Gökalp ERGEÇhttp://www.blogger.com/profile/02734049072415775613noreply@blogger.comBlogger10125tag:blogger.com,1999:blog-4253021960767544459.post-82428038066720846922020-10-30T21:19:00.004+03:002020-11-02T13:10:51.856+03:00Aranıyor<h2 style="text-align: left;"> Aranıyor<br /></h2>
<h4 style="text-align: center;"><span style="color: red;">A R A N I Y O R-W A N T E D-A R A N I Y O R-W A N T E D-A R A N I Y O R</span></h4>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgf2I8HdA1LcOTtyhoy_KClY5M8XkleLNd-LszhLKE7TfDH435_tzAXq-ZE-lViPNR8oTLzFX7aWQtLnGB6LYLKh3XA8Lz_rm86o34zYeCiuUvBOhFTgXRCxb6Cn0zkOJOvpJyIovdRB40/s459/dionysos-mozaic49finin-c3a7alc4b1nan-kc4b1sc4b1mlarc4b1.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="236" data-original-width="459" height="254" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgf2I8HdA1LcOTtyhoy_KClY5M8XkleLNd-LszhLKE7TfDH435_tzAXq-ZE-lViPNR8oTLzFX7aWQtLnGB6LYLKh3XA8Lz_rm86o34zYeCiuUvBOhFTgXRCxb6Cn0zkOJOvpJyIovdRB40/w492-h254/dionysos-mozaic49finin-c3a7alc4b1nan-kc4b1sc4b1mlarc4b1.jpg" width="492" /></a></div><br />
<h2>GAZİANTEP NİZİP İLÇESİ BELKIS KÖYÜNDEKİ ZEUGMA ÖRENYERİNDE BULUNAN
ROMA VİLLASI’NIN SALONUNDAKİ MOZAİK DÖŞEME 15-16 HAZİRAN 1998 TARİHİNDE
ŞEREFSİZ VATAN HAİNLERİ TARAFINDAN ÇALINMIŞTI. BUGÜNE KADAR BİR HABER
ALINAMADI. YURT İÇİNDE VEYA YURT DIŞINDA, ÖZEL MÜZELERDE VEYA ÖZEL
KOLEKSİYONLARDA OLABİLİR.</h2>
<h2>ZEUGMA’NIN DAHA ÇOK TANINDIĞI VE RAĞBET GÖRDÜĞÜ BU GÜNLERDE
İNSANLARIN İLGİLERİNİ BİR KEZ DAHA BU KONUYA ÇEKMEK, HERHANGİ BİR
SEBEPLE HERHANGİ BİR YERDE RASTLANILMASI VEYA HABER ALINMASI DURUMUNDA,
İLGİLİLERE HABER VERİLMESİNİ SAĞLAMAK ÜZERE UNUTTURMAMAK İÇİN TEKRAR
YAYINLANMIŞTIR.</h2>
<p>BELKIS / ZEUGMA‘DAKİ <b>DİONYSOS MOZAİĞİNİN</b> ENVANTER BİLGİLERİ:</p>
<p><b>Eksik olan bölümün</b>:<br />
Kompozisyon alanı Eni : <b>1.45 m.</b><br />
Kompozisyon alanı Uzunluk : <b>~3.25 m.</b></p>
<p><b>Mozaiklerin :<br />
</b>Devri : Roma Dönemi<br />
Tarihi : M.S. II-III yy .<br />
Konusu : Tanrı Dionysos ve Ariadne‘nin Düğün Töreni.<br />
Ortalama figür boyu: 1.20 m.essera (tek mozaik taşı) boyutu : ~0.5 – 0.8 cm.<br />
Dm²’de: Yüz tasvirlerinde : 20 X 20 = <b>~</b> 400 adet tessera<br />
Elbise tasvirlerinde : 15 X 15= <b>~ </b>225 adet tessera<br />
Fonlarda : 12 X 12= <b>~</b> 144 adet tessera</p>
<p><b>Tessera Renkleri:</b><br />
Hepsi de doğal taştan kesilmiş, suni malzeme kullanılmamıştır.<br />
<b>Beyaz</b> (2 farklı tonda)<br />
<b>Sarı </b>(2 farklı tonda)<br />
<b>Pembe</b><br />
<b>Kırmızı</b> (2 farklı tonda)<br />
<b>Mavi</b> (2 farklı tonda)<br />
<b>Gri</b><br />
<b>Siyah</b></p>
<p>Fotoğraflarda da görüldüğü gibi dış kenardan içe doğru saç örgüsü ve
dalga motifli bordürlerin sınırladığı alan içinde yer alan 10 adet
figürden soldan itibaren ilk 6 adedi iki grup halinde çalınmıştır.</p>
<p>Mozaikler çalınırken (kaldırılırken) kauçuk esaslı yapıştırıcı
kullanıldığı ve yüzeysel olarak çıkarıldığı anlaşıldığından, muhtemelen
figürlerin yüzlerinde deformasyon olmalıdır. Yanyana ve yapıştırılmış
olabileceği gibi, ayrı ayrı iki pano halinde aynı yerde veya farklı
yerlerde de olması muhtemeldir.</p>
<h1>Çalınan figürler soldan sağa doğru;</h1>
<p><b>A. Tahmini 1. Grup.</b></p>
<ol><li>Önde, üstü çıplak bir kadın figürü (Menad), belden aşağısı bol kumaş
kütlelerinden oluşan uzun elbiseli. Başını sağa çevirmiş, sola doğru
oturur vaziyette. Kumaş kıvrımlarını kavramış sağ elini başının üzerine
kaldırmış. Sol elinde uzun saplı bir meşale tutmakta ve dinlenme
pozisyonunda ( Pompei‘de Casa di Marta ile Verena‘daki 4. Stil evresine
ait bir duvar resmindeki Afrodite‘nin dinlenme motifi ile benzer).</li><li>Menad figürünün arkasında, üzerinde içki kapları bulunan masanın
gerisinde, vücudunun üst tarafı çıplak ve sağ elindeki kâseden içki içen
bir erkek figürü.</li><li>Bu ikilinin sağında, sağ ayağı geride ve sağa yürür vaziyette, sağ
kolu dirsekten itibaren ve vücudunun ön tarafı tahripli, kolsuz ve uzun,
bol kıvrımlı bir elbise giymiş bir kadın figürü.Kompozisyon alanını
dikine boydan boya kesen tamirli bir bölümden sonraki sağ taraf (tüm
alanın orta bölümü);</li></ol>
<p><b>B.Tahmini 2. Grup.</b></p>
<ol start="4"><li>Tahtta oturur vaziyette, solda zengin kıvrımlı kumaş kütlelerine
sahip uzun elbiseli, sola dönük olarak oturur vaziyetteki Ariadne’nin
elbisesinde ışık-gölge oyunları belirtilmiş.</li><li>Sağda yanında, Pompei tarzında ve üzerinde büyük bir kase duran üç
ayaklı bir sehpanın gerisinde, vücudunun çıplak olan üst kısmı,
dalgalanan kumaş kıvrımlarıyla sarılmış, başının arkasında hare gibi bir
kumaş parçası bulunan ve sağ elini Ariadne’nin omuzuna atmış, sol
elinde ise bir kâse tutan tanrı Dionisos figürü.</li><li>Dionisos’un oturduğu tahtın büyük ve kalın süslü ayağının sağ
tarafında, Dionisos’a doğru yürüyen ve sağ elinde içki kâsesi tutan
çıplak Eros figürü.</li></ol>
<p><b>Figürlerin arkasındaki fon kirli beyaz renkte ve figür konturları tek sıra taşla takip edilmiştir.</b></p>Ahmet Gökalp ERGEÇhttp://www.blogger.com/profile/02734049072415775613noreply@blogger.comBelkıs Merkez, Unnamed Road, 27700 Nizip/Gaziantep, Turkey37.0577731 37.869622737.030382487854979 37.835290424609376 37.085163712145018 37.903954975390626tag:blogger.com,1999:blog-4253021960767544459.post-84080980803405407392020-10-30T20:55:00.003+03:002020-10-30T20:55:44.445+03:00Kültür Korumacılığı<h2 style="text-align: left;"> Kültür Korumacılığı</h2><p align="justify">Taşınmaz Kültür Varlıkları, bilindiği gibi genellikle
kırsal alanda gözlerden oldukça uzak ve kendi kaderleriyle başbaşa
kalmış veya civardaki insanların insafı ölçüsünde korunabilen tarihi
zenginliklerimizdir. Zamana ve tabiat şartlarına göğüs gererek günümüze
kadar gelebilmiş bu kalıntılar, eğer günümüz insanının eli değmezse
daha uzun müddet varlığını koruyabilecektir. Kırık-dökük veya
yıkık-yanık, yarısı toprak altındaki gösterişsiz halleriyle eski
kalıntılar, bu topraklarda bizlerden önce yaşamış olan onlarca
millet-kavim-halk-kabile ve benzeri toplulukların kültürlerini
yansıtmaktadır. Bu gün bizlerin aynı topraklarda yaşıyor olması
dolayısıyla, pek farkında olmasak da bu kültürlere mirasçı durumunda
olduğumuzun bilincinde olmak zorundayız.</p>
<p align="justify">Binlerce yıl geriye gittiğmizi düşünürsek, aynı
toprakta yaşamış, aynı havayı solumuş, aynı suyu içmiş olan insanlar,
aslında bizlere edindikleri deneyimleri sunmaktalar taşınır ve taşınmaz
kalıntılarla. Aslında onlar bize bırakılmış birer mesajdır eğer iyi
okuyup anlayabilirsek. Bizler de onların yaptıkları iyi ve güzel
şeyleri tekrarlayarak veya kötü ve çirkin şeyleri yapmayarak kendimize
pay çıkarabiliriz. Bir başka deyişle bazı konularda zaman kaybedip
Amerika’yı yeniden keşfetmekle uğraşmayız. Geçmiş zamanlardan kalmış
kültür varlıklarını korumak bir erdem işidir. Bunun tahsille, eğitimle,
mevkii veya makam ile de pek ilgisi yoktur. En cahil zannedilen, belki
de okuması-yazması bile olmayan birisi dahî bu konuda daha duyarlı
olabilir, birçok aydın(!)a kıyasla.</p>
<p align="justify">Her zaman tabiat ile içiçe olmaktan dolayı
gözlem-tecrübe-erdem yolunda derin bir birikime sahip olan
Kızılderililer’in bir atasözü, aslında doğal varlıklar için
söylenmiştir ama, pekâla kültür varlıklarına da uygulanabilir, belki de
bu konuda söylenebilecek en özlü ve derinlikli sözdür. Derler ki
Kızılderililer, <em>” Bu güzellikler atalarımızdan bize miras kalmadı, biz onları çocuklarımızdan ödünç aldık. “</em>
Bizler de günümüze kalmış her eski kalıntının aslında çocuklarımızın
malı olduğunun bilincine varıp, bunları çocuklarımız için saklamak
zorundayız, geçmişi görüp-bilip-tanıyıp örnek almak, ibret almak, ders
almak için. Bu husus nesiller bazında düşünüldüğünde, çıkar, rantiye,
tamah, yolsuzluk, hortum gibi aslında kültürümüze çok yabancı olmakla
beraber maalesef içiçe yaşanılan şu dönemlerde bu konu özellikle önem
kazanmakta ve taş yerinde ağırdır misali derhal müdahale
gerektirmektedir. Kültür varlıklarını korumak bir ilgi alanı, bir hobi
veya bir görev olmaktan çok ötede bir mecburiyettir. Çünkü, kırılan bir
eşyanın yenisini gidip çarşıdan almak mümkündür, yıkılan bir binayı
yeniden ve daha güzel yapmak kolaydır. Fakat eski kültür varlıkları
tıpkı çiğ yumurta gibidir, kırılırsa tamir etmek mümkün olamayacağı
gibi, onu yeniden yapması için yüzlerce veya binlerce yıl önce yaşamış
ustasını da geri getirerek yeniden yaptırmak imkân dışıdır. Veya, zengin
şımarıklığı ve mantalitesiyle “<em>eski eser gerekirse onu da ithal ederiz</em>” ifadesi, düşünce olarak dahî bir saçmalıktır.</p>
<p align="justify">Özellikle kırsal alanda bulunan göz önündeki
kalıntıların korunmasında çok çeşitli güçlükler yaşanmaktadır. Aslında,
bazı basit önlemlerle oldukça etkili sonuçlar alınabilir. Meselâ, her
köydeki kültür varlıkları, o köyün muhtarına ve azalarına İlin Valisi
tarafından zimmetlendiği takdirde, kültür varlıklarının en yakınındaki
kişiler oldukları için, aynı zamanda daha duyarlı ve en iyi koruyucular
da olacaklar, yapılan tacavüz veya tahripleri önledikleri gibi en kısa
zamanda ilgili yerleri haberdar ederek korunmasını sağlayacaklardır.</p>
<p align="justify">Böyle bir uygulama, yıllardır Gaziantep Müzesi
tarafından Gaziantep’de başarıyla uygulanmakta olup, en ücra yerdeki
herhangi bir tecavüzden kısa zamanda haberdar olunabilmektedir. Paralel
olarak da, bu konuyla ilgilenmeyen muhtar veya azalar hakkında yasal
işlemler yapılmaktadır. Eğer bu uygulama, ülke çapında ele alınarak
yaygınlaştırılırsa bilinçli veya bilinçsiz tahriplerin, tecavüzlerin,
kaçak kazıların ve eski eser kaçakçılığının önlenmesinde önemli ölçüde
yol alınabilir.</p>
<p align="justify">Eski eser (kültür varlığı) tahribi ve kaçakçılığının
önlenmesinde bir diğer yöntem de, tıpkı günümüzdeki “Trafik
Müfettişleri” gibi <em>“Fahrî Arkeoloji Müfettişliği”</em> yöntemini
tesis etmek olabilir. Kendilerine böyle bir görev ve yetki verilen
denenmiş, güvenilir veya sınavdan geçirilmiş duyarlı ve bilinçli
kişiler, kültür varlıklarının korunmasında veya tahribinin önlenmesinde
önemli katkılarda bulunabilirler. Özellikle turizm bölgelerinde veya
tarımsal alanlardaki arkeolojik sit alanlarının korunmasında bu
sektörde çalışanlar veya yörede yaşayanlar, kırsal bölgelerde köy
öğretmenleri, orman memurları veya ziraat teknisyenleri gibi kamu
görevlileri bilgilendirme kurslarından sonra faal hale
getirilebilirler. Aynı şekilde, şehirlerde ilgili ve duyarlı kişiler de
bilgilendirildikten sonra birer kültür muhbiri veya ajanı haline
getirilebilirler. Tabii ki, bu gönüllü müfettişlerin yaptıkları
ihbarlar muhatap bulmalı ve ciddiye alınmalıdır. Onların da, bu görevi
kötüye kullanmamaları gerekir. En doğrusu Kültür Bakanlığı’nın bu konuda
bir yönetmelik hazırlayarak yürürlüğe koymasıdır. Benzer gönüllü
görevliler özellikle kültür veya tabiat varlığı tahribine maruz kalan
çeşitli ülkelerde uygulanmakta olup, ülkemizde de böyle bir konunun
gündeme getirilmesi fantezi değil, gerekliliktir.</p>
<p align="justify">Aslında, kültürlüyüm, eğitimliyim, duyarlıyım,
sorumluluk sahibiyim, vatanımı, memleketimi ve çevremi seviyorum
diyebilen her kişinin bir <em>” kültür müfettişi”</em> olarak etrafında
olup bitene dikkat etmesi ve üzerine düşeni vicdanı nisbetinde yerine
getirmesi, gerekliliğin ötesinde vatanî bir görev ve borçtur.</p><p> </p>Ahmet Gökalp ERGEÇhttp://www.blogger.com/profile/02734049072415775613noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-4253021960767544459.post-86146759326382421342020-10-30T20:53:00.008+03:002020-10-30T20:53:46.882+03:00Kara Mayınları ve Arkeolojik Alanlar<h2 style="text-align: left;"> Kara Mayınları ve Arkeolojik Alanlar</h2><p align="center"><strong>KARA MAYINLARI VE ARKEOLOJİK ALANLAR</strong></p>
<p align="right"><strong> </strong></p>
<p><strong>Mayınsız Türkiye Dergisi Sayı: 3-4, 2005′ de yayınlanmıştır.</strong></p>
<p><strong> </strong></p>
<p>Arkeoloji, çok kısa bir tarifle “<strong>eskinin bilimi</strong>“dir.
Elde ettiği buluntularla geçmiş dönemleri tanımlamaya, yorumlamaya ve
bir sonuca varmaya çalışır. Herkesin malûmudur ki, arkeolojik
buluntular su altında da bulunmakla birlikte genellikle toprak
altındadırlar. Şehir kalıntıları, tapınaklar, surlar, kaleler, evler ve
içindeki eşyalar hatta iskeletler, yüzlerce senenin birikimi ile
toprağın metrelerce altında kalabilirler. Arkeoloji bilimi bunları
ortaya çıkarmak için kazılar yapıp yorumlayarak, geçmiş dönemleri
aydınlatmaya çalışır. Bu çalışmalar yapılırken bir de farkına varılır
ki, yeni keşfedildiği zannedilen bazı olgular, yüzlerce yıl öncesinin
insanları tarafından kullanılmış da unutulmuş bile. İşte o zaman
insanoğlunun kendisine sorması gereken soru şudur: Eğer, yüzlerce yıl
önce kullanılan ve yeni keşfedildiği için sevinilen bir çok husus,
unutulmadan zaman içinde gelişerek günümüze kadar gelseydi, 21. yüzyılın
insanlarının hangi uygarlık seviyesinde olmaları gerekirdi? Bukabil
sorulardan dolayı, insanlığın şimdi neden ileri düzeylerde olmadığını
araştırma gereği duyulmaktadır.</p>
<p>Toprakla haşır neşir araştırmacı arkeologlar olarak bazan âniden
ortaya çıkan ve beyinlerde flâş gibi patlayan acı gerçeklerle
karşılaşılmaktadır; Özellikle sınırlar ve hassas alanlarda, inceleme
konusu olan arkeolojik eserlerle adetâ koyun koyuna yatan soğuk yüzlü
teneke kutular! Arkeologların henüz bunlarla birebir tanışmadığı
zaten bu satırların yazılabilmesinden bellidir, ama o bölgelere fazlaca
yaklaşılamadığı da bir gerçektir. Fakat arkeolojik bir eserle, içi
patlayıcı dolu bir teneke kutuyu-bir mayını yanyana düşünmek, insanın
hayal gücünü bile dumura uğratmaya yetecek bir husustur. Bir çok
yerde, değil yanyana, koyun koyuna denecek kadar samimi şekilde
birlikte olmalarının sebebi; her ikisinin de içinde bulunduğu
toprağın yüzeyde stratejik bakımından çok önemli olmasıdır.</p>
<p>Güneydoğu Anadolu, fakat özellikle de Gaziantep için söylemek
gerekirse, insanlığın kültürel anlamda ilk kez ortaya çıktığı
“Bereketli Hilâl” içinde yer alan bu bölge, aynı zamanda Anadolu
Plâtosu’nun sona erip Suriye Düzlükleri’nin başladığı doğu-batı
hattı üzerinde uzanan coğrafî bir sınırdır. İnsanlığın en eski
kültür merkezleri bu hattın üzerinde veya hemen yakınındadır. Bugünkü
Türkiye-Suriye ülke sınırı, aşağı yukarı bahsedilen bu hat
üzerindedir. Sınırın hem kuzeyinde Türkiye’de ve hem de güneyinde
Suriye’de sayısı tam olarak tesbit edilememiş arkeolojik yerleşim
yerleri olan höyükler ile başta Kargamış ve Cyrrhus gibi antik
şehirler yer almaktadır. Bunların hepsi de, birer uygarlık merkezi
olan Anadolu ile Suriye ve Mezopotamya arasındaki kültürel geçiş
güzergâhını oluşturmaktadır. Arkeoloji Bilimi ve Kültür Tarihi
açısından bu kadar önemli olan sınır hattı, yakın geçmiş ve günümüz
devlet politikaları bakımından da çok önemli olduğundan hassasiyetini
halen korumaktadır. İşte bu hassasiyet yüzünden de sözü edilen sınır
hattı, kara mayınları ile doldurulmuş ve güzelim sanat eserleri ile
soğuk yüzlü teneke kutular âdetâ kurtla kuzu misali fakat
birbirlerinden henüz habersiz koyun koyuna toprağın altında
yatmaktadırlar. Kültür varlıkları ve mayınlar! Her ikisi de toprak
altında. İnsan birisini bulunca mutlu olmakta, ikincisinde düşünmeye
bile zamanı kalmamaktadır. Yukarıdaki, “şimdi neden çok ileri uygarlık
seviyelerinde değiliz?” sorusunun yanıtı aslında çok basit ve hemen
önümüzde duruyor. Çünkü, insan olarak yaratıldığımızdan beri nice
devletleri uygarlıkları yaktık yıktık, hep birbirimizle savaş içinde
olduk. Olmaya da devam ediyoruz. Bunun en belirgin örneği ise,
piyangonun bir gün kendilerine isabet edeceği dahi düşünülmeden özene
bezene döşenen dünyadaki milyonlarca mayındır.</p>
<p>Güney Anadolu sınır hattındaki en çarpıcı örnek eski Kargamış’tır[1].
Yapılan kazılar sonucunda; Kargamış’ın, aşağı şehir, yukarı şehir ve
aslında tarih öncesi dönemlere ait olan fakat sonradan akropol haline
getirilen Höyük kesimi olmak üzere üç ana bölümden oluştuğu
anlaşılmıştır. Büyük taş bloklar üzerine yapılmış resmî ve dinî konulu
kabartmalar (orthostat) halen Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri
Müzesinde sergilenmektedir. Fırat nehri şehirin doğu sınırını
oluşturmaktadır. Doğu-batı yönünde geçen demiryolu ise şehri ikiye
bölmekte olup, aynı zamanda Türkiye – Suriye sınırını teşkil
etmektedir. Eski Kargamış’ın Akropolü ile yukarı şehir kısmı
Türkiye’de, aşağı şehir kısmı ise Suriye’de kalmaktadır ve her iki
bölüm de, gerek nehir gerek demiryolu ve demiryolu köprüsü ve gerekse
sınır ve sınır kapısı gibi stratejik hususlardan dolayı birinci
derecede hassas askerî bölgelerdir. Bundan dolayı, Suriye’de kalan
aşağı şehir gibi, özellikle Türkiye sınırları içinde kalan yukarı
şehir kesimine de tamamen kara mayınları döşenmiştir. Mayınlama
işleminin önce şifreli yapıldığı, fakat aradan geçen uzun zaman içinde
toprak kaymaları gibi sebeplerden dolayı şifrenin öneminin kalmadığı,
sonraları acil bir durumdan dolayı gelişigüzel yani şifresiz ikinci
defa mayınlama yapıldığı, en son olarak da dedektöre cevap vermeyen
plastik mayınların döşendiği söylenmektedir. Buna göre, her
hâlükârda yeri belli olmayan fakat, ancak patladığında yerinin
öğrenileceği bir mayın tarlası söz konusudur. 1992-93 yıllarında
Gaziantep’te başlatılan turizm atağı esnasında, Kargamış’ın
mayınlardan temizlenenek turizme açılacağı yolunda her kesimden
yetkilinin beyanat vermesine rağmen böyle bir faaliyete
girişilememesinin sebebi bu belirsizlik olsa gerektir. O günlerde sık
sık sözü edilen ve kullanılması için umut bağlanan robotların,
mayınları ancak patlatmak suretiyle imha edeceği göz önüne alınırsa,
böyle bir uygulamanın Kargamış gibi bir antik kentte yapacağı
tahribatın boyutunu düşünmek bile insanın tüylerini diken diken
yapmaya yeterlidir.</p>
<p>Cyrrhus antik kenti ise bir Geç Hellenistik ve Roma dönemi
yerleşmesidir. Kilis il merkezinin güney-batısına düşmekte olup,
sonradan yapılan sınır düzenlemeleri sonucunda mayın tarlasının
ortasında kalmıştır. Bu sebeple son 20-25 yıldan beri burasını
görmek mümkün olmamıştır. Bilindiği kadarıyla bölgede ayakta kalmış
tek antik tiyatro yapısı da buradadır. Aynı olumsuz ve tehlike dolu
şartlar Cyrrhus için de geçerlidir. Batıdan, yani İskenderun
Körfezi’nden doğuya, İran sınırına doğru Suriye ve Irak sınırboyundaki
arkeolojik alanlar doğrudan veya dolaylı olarak mayın tehlikesine
açıktır. En azından doğuda Fırat Nehrine kadar uzanan Gaziantep-Kilis
sınır kesiminde birçok höyük ve arkeolojik alan, mayınlı saha içinde
kaldığı için araştırılamamaktadır. Bunların hepsinde de, mevcut
teknoloji ile muhtemel bir mayın temizleme işlemi sırasında, patlama
halinde bütün kültür katlarının ve eserlerin tahrip olması gibi
potansiyel bir tehlike söz konusudur[2].</p>
<p>Halbuki, sadece arkeoloji ve ülke ekonomisi açısından ele
alındığında; mayınlardan temizlenmiş bir güney sınırında ekilebilir
arazinin değerlendirilmesinin yanısıra, arkeolojik bakımdan da çok
önemli olan bu bölgede yapılacak kazılar sonucunda, bulunacak taşınır
eserlerin müzeleri doldurması, ören yerlerinin düzenlenerek turizme
açılması, bilimde ve turizmde itibar seviyemizi nerelere yükseltmez
ki? Kargamış gibi, tüm dünyaca merak edilen bir ören yerinin
kazılarının tamamlanıp, meydana çıkarılacak antik kentin ziyarete
açılması, özellikle kültür turizmi bakımından büyük bir kazanım
olacaktır. Hele bir de Geç Hitit Sarayının Tören Salonu’nun Anadolu
Medeniyetleri Müzesinden getirilecek kabartmalı taş blokların
(orthostat) en azından fiberglas kopyaları yerlerine konulursa,
oluşacak muhteşem atmosferi düşünmek bile insanı şimdiden
heyecanlandırmaktadır. Hitit medeniyeti gibi sadece Anadolu
coğrafyasına ait bir kültürün, dünyada başka benzeri olmayan bir
sarayına ait taht salonunu orijinal malzemesiyle düzenleyip dünya
turizmine açmanın ülke tanıtımı ve maddî getirisi bakımından önemini
herhalde turizm yatırımcıları ve plânlamacılar çok daha gerçekçi
biçimde değerlendireceklerdir.</p>
<p>Fakat, hem Türk vatandaşı ve hem de arkeologlar olarak
temennimiz, bir an önce mayınlardan temizlenmiş bir güney sınırında,
özellikle de Kargamış’ın, Cryyhus’un, höyüklerin ve arkeolojik
alanların insanlığın hizmetine açılması ve bu önemli antik
kentlerin tümünü gezebilme ve görebilme mutluluğuna ulaşmaktır. Yeni
kritik durumlar karşısında, yeniden mayınla korunma değil ama başka
emniyet tedbirlerinin düşünülmesini umut etmektir. Ottawa
Sözleşmesi’nin alt maddelerinde kültür varlıklarına ait özel
açıklamalar olup olmadığı henüz bilinmemektedir, ancak Unesco ve diğer
ilgili kuruluşların ve duyarlı Sivil Toplum Örgütlerinin işbirliği ile,
bu konuya yeni tanımlamalar, hükümler ve yaptırımlar getirilebilirse,
kültür varlıklarıyla soğuk yüzlü mayınların, eşyanın tabiatına zıt
olan toprak altındaki birlikteliği ebediyen sona erdirilmiş olacak,
böyle bir mutlu olay ise, insanlığa yapılmış en büyük hizmetlerden
birini oluşturacak, belki de böylece dünya barışının temellerine bir
taş konulmuş olacaktır.</p>
<p><strong> </strong></p>
<p align="center">Yrd. Doç. Dr. Rifat ERGEÇ[3]</p>
<p>Arkeolog</p>
<hr size="1" />[1]
Eski çağlarda Kargamış, Anadolu’yu Mezopotamya ve Mısır’a bağlayan
yolların kavşağında ve Fırat kenarında çok önemli bir mevkiiye sahipti.
Bu sebeple tarihin hemen her döneminde önemli olaylara sahne
olmuştur. Akdeniz ile Mezopotamya arasındaki Kuzey Suriye yol
şebekesi sebebiyle M.Ö. II. bin yılın ortalarından itibaren Hititler’in
devamlı kontrolünde olmuş, bu yüzden Asur ve Bâbil ile çekişmeler
yaşanmıştır. Hitit imparatorluk döneminde Kargamış çok önemli bir
konuma sahipti. M.Ö. 12. Yüzyıldan sonra Geç Hitit şehir devletlerinden
birisi de burada kurulmuş, Kubaba adındaki Ana Tanrıça’nın merkezi
olmaktan dolayı kente belirli bir kutsallık atfedilmiş ve bir dönem
Hitit veliaht prensleri burada eğitilmiştir. Kargamış’ta 1878-1920
yılları arasında İngiliz Hükümeti adına aralıklarla arkeolojik kazılar
yapılmıştır.
<p>[2]
Belki de, uydudan çekilecek termal veya enfraruj görüntülerin
yardımıyla özelikle arkeolojik bölgelerdeki mayınları temizleyecek
yeni bir teknoloji bulununcaya kadar bunlara dokunmamak daha iyi bir
yaklaşım gibi görünmektedir.</p>
<p>[3] Gaziantep Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Arkeoloj Bölüm Başkanı</p><p> </p>Ahmet Gökalp ERGEÇhttp://www.blogger.com/profile/02734049072415775613noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-4253021960767544459.post-66433096099748404322020-10-30T20:50:00.005+03:002020-10-30T20:50:59.105+03:00Zeugma Gerçeği ve Gaziantep’te Çağdaş Müzecilik<h2 style="text-align: left;">Zeugma Gerçeği ve Gaziantep’te Çağdaş Müzecilik</h2><p>Gaziantep Genç İşadamları Derneği’nin yayını olan GENÇ ÇİZGİ dergisinin 2005 / 16. sayısında yayınlanmıştır.</p>
<p>Yrd. Doç. Dr. Rifat ERGEÇ</p>
<p>“<em>Zeugma</em>” ismi Gaziantep’te ilk defa, 1992 yılından itibaren
sıkça duyulmaya başladı. Gaziantep Müzesi’ne yapılan ihbar üzerine bir
kaçak kazıya müdahale edilmesi sonucunda bir Roma villasının salon ve
misafir odasında üzüm ve şarap tanrısı Dionysos’un düğününü konu alan
bir taban mozaiği ile dairesel motifli geometrik desenli bir mozaik
ortaya çıkarılmıştı. En çok, çevre köylüler Zeugma’da çıkarılan mozaiğe
ilgi duydular. Sebebi de, o güne kadar duyup da görmedikleri, çok
kişiyi zengin eden, çok daha fazlasının hayallerini süsleyen ” <em>antika mal</em>” dedikleri neymiş diye. Fakat, gördükten ve uzun süre hayran hayran seyrettikten sonra “<em>bu güzel şeyleri çalıp da kaçıranlara</em>”
okudukları lânete şahit olmaya değerdi. İşin sonunda da olsa Zeugma
mozaiklerinin değerini öncelikle, Belkıs ve çevresindeki köylüler
anlamış oldu. Zaten bu mozaiklerle beraber antik kentin ve Fırat
havzasındaki bitki örtüsünün tüm zenginliğinin sulara gömülmesine de en
çok onlar yandı. İş işten geçmişti ama, önceleri kaçak kazıları ve
eser kaçakçılığını bir geçim kapısı veya piyango ikramiyesi gibi
görenlerin, yerleri yurtları sulara gömülürken basın mensuplarına ” <em>bu bir eski eser katliamıdır</em>”
diye yakınarak eski eserlerden medet ummaları büyük bir tezat teşkil
etmekteydi. Zeugma’daki Dionysos mozaiği Gaziantep Valiliği’nin de
desteklemesiyle bir anda büyük çapta ses getirdi. Ülke çapındaki
basın-yayın organlarında sitayişle bahsedildi. Turizm Bakanlığı
yollarının asfaltlanması için ödenek ayırdı. Tanıtım broşürlerinde,
turistik yayınlarda sansasyonel ifadelerle yer aldı. Telif hakkı sahibi
olunmasına rağmen Gaziantep’in tanıtımı uğruna bu türlü görsel
yayınlara ses çıkarılmadı. Dionysos mozaiği 1994 yılında Kültür
Bakanlığı’nın uluslararası sempozyumuna afiş yapıldı, aynı yıl
tarafımızdan ulusal ve uluslararası çağrılarda bulunularak tüm bilim
adamları Zeugma’da çalışmaya davet edildi. Fakat, Zeugma için
gösterilen bu çabaların sonucunda gelinen yer, protokol düzeyini pek de
geçemedi. Bir devlet misafiri geldiğinde veya resmî bir toplantı veya
kongreler sonrasındaki gezilerinde hatırlandı. Okullar, dönem sonu
gezilerinde Fırat kıyısını tercih ettiklerinde Zeugma’daki mozaiği de
görmüş oldular. Halbuki, Müze Müdürlüğünde hafta sonları çeşitli
kuruluşlar ve meslek odası mensuplarına aileleri ile birlikte slaytlı
konferanslar verilmiş, okullarda ve çeşitli derneklerde konuşmalar
yapılarak Zeugma tanıtılmış, gazete, dergi ve görsel yayın organlarında
konu hep gündemde tutulmaya çalışılmıştı. Fakat genelde istenen ve
beklenen ilgiye bazan ilgisizlik, bazan da çeşitli tepkiler yüzünden
hiçbir zaman ulaşılamadı. Kimisi ” <em>gâvur eserleri</em>“nin ortaya
çıkarılmasını vatan hainliği olarak gördü, kimisi bulunan eserlerden
dolayı topraklarının sit alanı olacağından korkup “<em>kazıları durdurun</em>” diye tehdit etti, kimisi “<em>bizim kendi ata-dede eserlerimiz varken bunlar da ne oluyor </em>” diye tepki gösterdi, kimisi de “<em>mozaikse mozaik ne varmış bunda</em>”
diye dudak büktü. Bu yüzden, mozaik desenlerinin halılarda, kilimlerde
veya çeşitli dokumalarda kullanılarak tanıtımının yapılması gibi
düşüncelerimiz, girişimlerimiz ve hevesimiz daha o yıllarda söndü
gitti.</p>
<p>Şehirin sosyal ve kültürel hayatına dair tarihçesi o kadar çok
yazılıp çizildi ki, Zeugma’nın, M.Ö. 300 yılında Seleukos I. Nikator
(muzaffer) tarafından kurulmuş olduğunu ve Seleukos Krallığı ile
devamındaki Kommagene, Roma, Sasanî ve Bizans dönemlerini şimdilerde
hemen herkes genel hatlarıyla biliyor. Bilmeyenin de herhangi bir
firmanın izinsiz kullandığı resimler ve bizim yazılarımızdan kopya
ettiği bir takvim veya ajandasından öğrenmesi işten bile değil. Fakat
çok az kişi, Zeugma ve civarının M.Ö. III. bin yılda ve sonrasında çok
kalabalık, zengin ve gelişmiş olduğunu, hatta bu bölgede ilk
yerleşimlerin Dülük’ten daha eski, günümüzden 800-900 bin yıl öncelere
dayandığını bilebilir. İşte, eğer Zeugma’yı bir bütün olarak ele almak
gerekirse bunları da hesaba katmak gerekir.</p>
<p>Ne oldu da, üvey evlat durumundaki Zeugma bir anda ilgi odağı haline
geliverdi? Bizler, birisi gözümüze çöp batırmadan harekete geçmeyiz ya,
işte aynen öyle oldu. Ne zaman ki, 2000 yılında New York Times
gazetesinde Zeugma hakkında, hem de ” <em>tahrip ediyorlar</em>” diye
aleyhte bahseden yazılar çıkmaya başlayınca dünya medyası da bu haberin
üzerine atladı. İşte o zaman insanımızın aklı başına geldi. Hem de ne
geliş, her şey o kadar büyütüldü, o kadar abartıldı, o kadar üzerine
gidildi ki, Zeugma’nın ismi, kendini geçti. 2000 yılından sonra
ziyarete gelenler şaşkınlığa düştüler, ” <em>bu muymuş Zeugma </em>” diye. Şimdilerde her yerde, her iş kolunda, akla gelecek gelmeyecek bir çok yerde “<em>Zeugma</em>”
ismine rastlayabilirsiniz, ama artık insanlara da usanç geldi bu ismi
yerli yersiz duymaktan, görmekten, okumaktan. 7-8 yıl boyunca
Belkıs/Zeugma benim de hayatımın çok önemli bir parçasıydı, ama artık
son zamanlarda adını duyduğumda bana bile soğuk gelmeye başladı. İlgili
ilgisiz, yetkili yetkisiz, bilen bilmeyen herkes bir şekilde Zeugma’nın
ucundan tutup kendini entel hissetmenin veya böyle tanıtmanın peşinde
koşmaya başladı. Bunların yanısıra, ismi duyulmaya başlayan AB Hibe
Fonları’ndan faydalanmanın kapısını aralamak için de Zeugma’dan geçen
yollar aranmaya başlamış görünüyor. İşin turizm tarafından bakıldığı
zamanki hali bir başka görünümde. Birçok defalar, Zeugma’nın, jeolojik
yapısından dolayı Efes, Bergama veya Afrodisias gibi açık hava müzesi
görünümünde olamayacağının ifade edilmesine rağmen, kendini yetkili
zanneden bazıları turizm pastasından pay kapma adına plânlardan,
projelerden bahsetmeye devam ediyorlar. İşin en korkunç yanı da budur.
Bilinçsiz ellerde kalacak Zeugma gibi bir antik kent kalıntısının,
turizm adına kurban edilmesinden daha büyük nasıl bir facia olabilir?
Bir antik kentin başına gelecek en kötü akibet böyle bir sondur, hatta
Pompei gibi lav ve küllerin altında kalması bile çok daha ehvendir.
Çünkü en azından daha bilinçli gelecek nesillere, korunarak ulaşabilir.
Allah’tan, meydana gelen yeni bir gelişme yüreklere biraz olsun su
serpti de, korkulu rüya görme tehlikesi kısmen atlatıldı. Zeugma’nın
bilimsel kazı ve araştırmasına A.Ü. DTCF Arkeoloji Bölümü talip oldu ve
Bakanlar Kurulu kararıyla kazı izni verildi. Artık bundan sonra
Zeugma’nın kazıları, araştırmaları, restorasyonu, turizme açılma ve
ziyaret edilme şartları ile tüm bilimsel sorumluluğu anılan bilim
kurumuna aittir. Zeugma’da, hemşehrilikten komşuluğa, yasal ilgiden
duygusallığa, rant kaygısına, çıkar hesaplarına kadar bir şekilde
sahiplenilmeye çalışılma, pay çıkarma, hisse alma döneminin inşaallah
sona erdiğini, yurt dışından ağzı sulanarak bakıp sansasyon adına
fırsat kollayan ahtapotların da kollarının kesilmiş olduğunu
düşünüyoruz. Başlangıcından beri 8 yıl boyunca Zeugma’ya emek vermiş
birisi olarak bunlar, benim de Zeugma hakkında görüşlerimi bildirdiğim
son cümlelerimdir. Çünkü artık Zeugma’nın bir sahibi vardır ve bize
düşen, etik kurallar gereği meslektaşlarımıza başarılar dileyip,
çalışmalarına saygı göstererek yapacaklarını izlemektir.</p>
<p>Gaziantep’te yeni ve çağdaş müze veya Zeugma Müzesi konusuna
gelince; Çağdaş anlamda bir müzenin kurulması ve bunun tasarımının
yapılması, müzeoloji denilen yeni bir bilim dalının kuralları dahilinde
yapılmak durumundadır. Yani, akademik kurallar içinde, tamamen bir tez
hazırlamak gibi bilimsel olmak zorundadır. Çünkü, “müze-mousaion”
kelimesinin anlamı ” <em>bilimler tapınağı</em>“dır. Müzede sergilenen
“her şey” de bu bakış açısından süzülerek gerçekleştirilmelidir. Bir
müze hazırlamak, ilgisiz ve yetkisiz başkaları’nın hiç karışmaması
gereken, tamamen müze uzmanlarının sorumluluğunda olması gereken
bilimsel bir faaliyettir. Geçmiş zamanın yaşantısını, tarihî
olaylarını, geleneklerini veya ne anlatılmak isteniyorsa, o konunun
yorumunu yapmak, adetâ o dönemin romanını yazmak demektir. Yeni bir
müzeyi kurguluyorken, bütün detayları iyice incelenmiş, mevcut
eserlerin niteliklerinin tüm detayları saptanmış, izleyiciye verilmek
istenen mesaj belirlenmiş, müze tasarımının mantığı net olarak
saptanmış olmalıdır. Bunun için, öne sürülen fikirlerin hazmedilip,
özümsenip, eleştirecek kadar zaman ayrılması, tüm fikirlerin defalarca
gözden geçirilmesi, konuyla ilgili otoritelerin görüşlerinin alınması,
sonuçta bir sentez yaratılırken son kararı vermeden önce defalarca
maketler ve modeller üzerinde denemeler ve uygulamalar yapıldıktan
sonra karar verilmesi gereklidir. Son zamanlarda milletin diline
pelesenk olan ve Zeugma mozaikleri için örnek gösterilen Tunus’taki
Bardo Müzesi bile, Almanlarla yaptıkları işbirliği ile en az 5 yıllık
bir araştırma ve hazırlık döneminden sonra ziyarete açıldı. Mozaiklerin
sanat değeri bir yana, aslında Bardo Müzesi hiçbir zaman örnek
alınacak bir müze değildir. Bakan gözle, gören gözün farkı burada ortaya
çıkıyor. Osmanlı döneminden kalan bir sarayın mimarîsine hiç olmazsa
sadık kalınarak restore edildikten sonra, sarayın görkeminin mi, yoksa
mozaiklerin mi öne çıkarıldığının pek anlaşılamadığı, mozaiklerin ait
olduğu dönemin atmosferinin hiç yakalanamadığı ” <em>altı kaval üstü şişhane</em>”
dedikleri cinsten, fazla abartılı, barok özelliklerin fazlaca
belirginleştiği hatta taştığı, müzecilik açısından bakıldığında vasat
üstü sayılabilecek bir müzedir. Hele hele de ” <em>Bardo Müzesi’nin bilmem ne kadar metrekare mozaiğine, Zeugma mozaikleri ile şu kadar fark attık </em>”
gibi söylemler fazlaca Ortadoğulu kaçıyor. Arkeolojik ve müzeolojik
terminolojide, hiçbir zaman metrekare, adet, uzunluk, büyüklük gibi
birimlerle karşılaştırma yapılmaz, ancak arkeolojik ve sanatsal
özelliklerinin analojisi yapılarak yorum getirilmeye çalışılır. Aslında
şuradan buradan örnek aramaya gerek yoktur. Çünkü Türk Müzeciliği son
yıllarda büyük ilerlemeler kaydetmiş ve dünyadaki müzelere örnek olacak
uygulamalar gerçekleştirmiştir. Bunun en sağlam kanıtları da, Avrupa
Müzecilik Ödüllerini kazanan müzelerimiz ile dünya çapında ses getiren ”
<em>Muhteşem Süleyman</em>“, “<em>Türkler</em>” gibi birçok sergilerimizdir.</p>
<p>Günümüzde, yürütülmüş olan sağlıksız ve kontrolsüz propaganda ile
medyadaki abartılı tanımlamalar yüzünden Zeugma’ nın adı, ait olduğu
antik şehirden daha büyük hale gelmiş, baraj sularına kaybedilen
bölümler sebebiyle de Belkıs Harabeleri izleyenin nazarında adeta daha
da küçülmüştür. Bu sebeple, Zeugma tanımlamasının içi boş, kof bir
kavramdan ibaret olmadığını ziyaretçilere göstermek ve turizme
kazandırmak için ayrı bir müze yapılması gereklidir. Baştan dikkate
alınması gereken bir husus vardır. Müzelerin adı keyfî olarak
değiştirilemez, yasal prosedüre bağlıdır. Mevcut Müzenin adı “Gaziantep
Arkeoloji Müzesidir”. Ne Gaziantep Müzesi Zeugma Müzesidir, ne de
Zeugma ” <em>mozaik</em>” demektir. Fakat, müstakil bir Zeugma
Müzesi’nde en önemli yeri mozaikler kaplayacağından ana hatlar bu
hususlara göre plânlanmalıdır. Bir Zeugma Müzesi’nin plânlamasına
şimdiden başlanmalıdır. Mevcut arkeoloji müzesinin ek binasının
düzenlemesiyle oluşturulan yeni teşhir şimdilik oldukça doyurucudur,
ancak hiçbir zaman yeterli değildir. Bu haliyle de en fazla 10-15 yıl
idare eder. Tabii, bütün mozaiklerin teşhir edilmesi için bayrak açanlar
ikna edilebilirse. İşler müzecilere bırakılırsa, bu konu kendiliğinden
hallolur. Çünkü müzeciler bir müze kuralını uygularlar ve sahip
oldukları eserlerin her yıl veya iki yılda bir en fazla yüzde yirmisini
sergileyerek, müzeyi canlı, güncel ve ilginç tutmayı sağlarlar. Onlar,
müze teşhirinin ” <em>yeni gelinin çehizi</em>” gibi sergilenmeyeceğini çok iyi bilirler.</p>
<p>Müzecilerin ve onlara yardımcı olacak diğer meslek erbabının sorumluluğuna bırakılmak şartı ile, yeni yapılması gereken bir “<em>Zeugma Müzesi</em>“,
kolay ulaşılabilir âdeta ayak altı bir yerde, birkaç sıra ağaçla
çevrilmiş bir bahçenin ortasında huzur veren bir ortam içinde olmalıdır.
Yeterince büyük bir otoparkı, ziyaretçi ihtiyacı için müze içinde
olmayan helâ, vestiyer, kafeterya gibi konfor birimleri olmalıdır. Müze
geniş bir alanda yer almalı ve asla tek kattan daha yüksek
olmamalıdır. Müze depoları yer altında değil, zemin üstünde
yapılmalıdır. Teşhir salonları yeterince yüksek yapılmalı ve ferah
olmalıdır. Özellikle mozaikler, doğal ışıkla aydınlanmalıdır. Müze içi
ulaşım ve ziyaretçi akışı, geri dönülmeyecek ve sıkışıklık yaratmayacak
şekilde düzenlenmeli, özürlüler için sakat rampaları ve yürüyen bantlar
yapılmalıdır. Bilgilendirme için, özel salonların yanısıra, teşhir
salonlarında çok sayıda audiovizyon konulmalı, her dilden görsel ve
işitsel bilgi verilmelidir. Ziyaretçilerin dinlenmesi için, sık sık
oturma grupları düşünülmelidir. Özellikle mozaiklerin civarında,
bunları sanatsal anlamda çalışmak isteyen öğrenci veya sanatçılar için
yer ayrılmalıdır. Bütün bunlar ve burada belirtemediğimiz diğer
hususlar için, müzecilerin en büyük yardımcıları, mimarlar, iç
mimarlar, dekorasyon uzmanları, pedagoglar, müze eğitmenleri,
psikologlar ve güvenlik uzmanlarıdır. Böyle bir müze Gaziantep’in olduğu
kadar Türkiye’nin de yüz akı olacaktır. O zaman belki Tunuslular gelip
bizim müzemizden örnek alacaklardır. Ama bu müzenin adı ” <em>Zeugma Müzesi</em>“dir. Hiçbir zaman “<em>Mozaik Müzesi</em>” olmamalıdır. Yakın gelecekte böyle bir Zeugma Müzesini ziyaret etmek dileğiyle.</p>
<p>27.06.2005
</p><p> </p>Ahmet Gökalp ERGEÇhttp://www.blogger.com/profile/02734049072415775613noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-4253021960767544459.post-81565502968236840062020-10-30T20:48:00.007+03:002020-10-30T20:48:59.008+03:00Gaziantep Müzesinde 10 Yıl<div style="text-align: left;"><h2 style="text-align: left;"><span style="font-size: small;">Gaziantep Müzesinde 10 Yıl <br /></span></h2></div><div style="text-align: left;"><span style="font-size: small;">Dr. Rifat ERGEÇ*</span><span style="font-size: small;"></span><br /><span style="font-size: small;"></span></div><p><span style="font-size: small;">
Arkeoloji ve Sanat Dergisinin Kasım-Aralık 2001 tarihli 105. Sayısında yayınlanmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;"> Gaziantep Müzesinde görev yaptığım
1989 – 1999 yılları arasındaki 10 yıldan sonra geriye dönüp
baktığımda, gerçekleştirdiğim veya en azından teşebbüs ettiğim küçüklü
büyüklü faaliyetleri hatırlamakta epeyce zorlandım. Bir kısmını
dosyalardan, bir kısmını notlarımdan, bir kısmını tekrar gidip görerek,
sorarak toparladım ama hepsini bir araya getirmek gene ne birkaç ayımı
aldı. Bu dönemde yapılan veya planlanan işler aşağıda sıralanmaya
çalışılmış olup, önceleri bir nevi rapor durumunda iken, bazı
hususların anlaşılır hale gelmesi için yapma gereğini duyduğumuz
açıklamalar sebebiyle neredeyse bir hatırat haline geldi. Bir kısmı
ahvâl-i âdiyeden sayılabilecek olan bazı çalışmalardan burada
bahsedilmesinin sebebi, imkansızlık içinde ve ödeneksiz olarak tamamen
özveriye dayanan, müze personeli, selam ve hatır dostlarımızdan oluşan
kendi öz kaynaklarımız ve şahsî becerilerimiz ile, hem de bir çoğunu
bazı Kültür Müdürlerine, kültür müdürlüğüne rağmen, uğraşarak ve
mücadele vererek emekle, zahmetle gerçekleştirdiğimiz için değerli
olmasındandır. Elde ettiğimiz başarılı sonuçlar, hiç şüphesiz ki
müzelere ve müzeciliğe gönül vermiş bir avuç insanın, bekçi-memur ve
arkeologlardan oluşan fedakar bir grubun gayretleriyle, uyum ve birlik
ruhuyla, Gaziantep’i ve Onun Müzesini yüceltmek gayreti içinde,
herhangi bir karşılık veya menfaat beklemeden yaptıkları çalışmalar
sonucu ortaya çıkmıştır. Doğal olarak, her türlü çalışmaya lakayt
kalan ilgisiz kimselerden burada behsetmeyi son derece gereksiz
buluyorum. Fakat, Gaziantep Müzesinin belli bir yere gelmesinde emeği
geçen ( uzmanlar Fatma BULGAN, Ayşe ERGEÇ, Mustafa Yaşar GÜNEŞ, Mehmet
ÖNAL, M. Kemal SERTOK, memurlar Necdet BÜYÜKİPEKÇİ, İsmail TUNÇ,
İbrahim DEMİR, Abidin TÜRK, güvenlik personelinden rahmetli M. Dede
BÖREKÇİ, Mahmut KOCAOĞLAN, Vedat ÜNLÜ, Yusuf YILDIRIM ve Belkıs
örenyeri bekçisi Nusret ÖZDEMİR ile Yesemek’in işçi-bekçisi Ali ÇİÇEK)
insanları minnetle ve takdirle anmamak mümkün değildir. Başta bu adı
geçenler olmak üzere tüm müze personeline, Müzenin çalışmalarını
içtenlikle destekleyen müdür sayın Y. Mimar Erol DOĞAN ve onun nezdinde
Adana Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğüne, Müze Dostları Derneğine, sayın
Ayşe Nur Arun ve onun nezdinde Arsan Seyahat Merkezi personeline,
Mercek (Halit Ziya Biçer ve oğlu sevgili kardeşimiz merhum Murat
Biçer) Tanıtım A.Ş.’ye ve Cemil Açıkkol ile onun nezdinde Açıkkol
Mimarlık bürosundaki mimar adayları gibi kalbi müze heyecanı ile
dolu dostlarımıza, benim Gaziantep’e ayak basmama vesile olan eski
Kültür Müdürü sayın Ali BOZBAŞ’a, birçok kereler ve sıkışık durumda
kaldığımızda yardımcı olan Şahinbey Belediye Başkanlığına ve hassaten,
bizi her zaman desteklemiş ve teşvik etmiş olan Sayın Valimiz Muammer
GÜLER’e teşekkürlerimi sunmayı ulvî bir görev, boynumda bir borç
olarak telakki etmekteyim. Bütün bu çalışmaları iyi veya kötü
biçimde gerçekleştirirken hep önde tuttuğum bir düşünce vardı ki o da,
“Müzenin Manevî Şahsiyeti” idi. Bu prensibi, başta kültür
müdürlükleri olmak üzere, müzeleri gereksiz veya ikinci-üçüncü sınıf
kuruluşlar, istedikleri zaman istedikleri işi yaptırabilecekleri basit
devlet daireleri olarak görmeye alışmış ya da bu bakış açısına meyilli
birçok devlet dairesi, idarî, adlî, polisiye, özellikle siyasî
kurumlar ve siyasîler ile bir kısım sivil toplum örgütleri ve basının
duyarsız kesimine karşı her zaman bir demirperde gibi sağlam ve
katı tuttum. Bunların yanısıra, Turizm Müdürlüğü, Köy Hizmetleri
Müdürlüğü, TEDAŞ, Anadolu Ajansı ve basının duyarlı kesimi, Bayındırlık
Müdürlüğü, Belediyelerin bazı müdürlükleri, Polis ve Jandarma’nın
ilgili birimleri gibi müzeyi tanımış ve yardımcı olmaktan geri
kalmayan, bunu yaptıkları zaman mutluluk duyan kurumları da minnetle
anmak isterim. Ve çok şükür ki, bütün ilgisiz kurumlara karşı müzenin
manevî şahsiyetinden, müzeci ve arkeolog olarak da mesleğimden hiçbir
zaman ve hiçbir şekilde taviz vermedim. Personelimi de buna alıştırıp
eğittiğimi zannediyorum. Benden sonra gelen meslekdaşlarımdan da en
büyük dileğim bu prensibi devam ettirmeleridir. Çünkü devlet
hiyerarşisinde ciddiyetiyle saygın bir yer kazanamamış bir kurumun
kendini kabul ettirme şansı ve hakkı yoktur. Türkiye müzeciliğinin ise
buna şiddetle ihtiyacı vardır. Müzeyi gezmeye gelen ziyaretçiyi,
bilim, müzecilik, didaktik, ciddiyet, düzen, ilgi, merak, temizlik,
ve intizam ile disiplin açısından etkileyip farklı duygularla
gönderemiyorsak müzeci olarak başarıdan söz etmemiz ve bunu beklememiz
mümkün değildir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Gaziantep Müzesinde geçen 10 yıl
içinde çeşitli zamanlarda yaptığımız faaliyetleri bazı başlıklar
altında toplamanın daha anlaşılır olacağı düşüncesiyle bunları
aşağıda sunarken, ukalâlık yapmaktan, olayları abartmaktan ve gereksiz
yere gurur ve kibir göstermiş olmaktan da korkmuyor değilim.
Çalışmalarımız pek çok müzeci meslekdaşımızın gerçekleştirdiğinden çok
da farklı değildir, burada yazılanlar ise ancak, “bir müzede 10 yılda
neler yaptın?” sorusuna verilebilmiş cevaplardır. Ancak bir Anadolu,
hatta bir Güneydoğu Anadolu Müzesinde 10 yıl boyunca geçirilen sürenin
bilim ve meslek hayatından kesitler verirken, bunları, yaşanan maddî ve
manevî zorluklar açısından masumane olarak paylaşmaktan başka bir
amacım olmadığını, ayrıca bütün bu yazıya dökülmüş anılar raporunu
sevgili dostum Nezih BAŞGELEN’ in ısrarı üzerine kaleme aldığımı da
özellikle belirtmek ihtiyacındayım. 1989 yılından başlayarak adeta
yeniden ele aldığımız tüm müze ve müzecilik faaliyetleri aşağıda
bölümler halinde verilmeye çalışılmıştır.<br />
</span></p>
<p><strong><span style="font-size: small;"> A. Müzede Bina ile ilgili Çalışmalar:</span></strong></p>
<p><span style="font-size: small;">1. Zemin katta tadilât yapılarak
bir kafeterya / yemekhane bölümü tesis edilmiş ve bu hizmetler
ilkellikten kurtarılarak personelin rahat yemek yemesi ve yemek
saatleri dışında ise ziyaretçilerin hizmetine açılması sağlanmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">2. Giriş katındaki personel ve
ziyaretçiler için tek bir tuvaletin oluşturduğu olumsuzluklar, yapılan
ilave bölümler ile ortadan kaldırılmış, ziyaretçiler ve personel
ile kadın-erkek tuvaletleri yapılmış ve birbirinden ayrılmıştır.
Ayrıca bir tonluk su deposu tesis edilerek müze temizliğinin su
kesintilerinden olumsuz etkilenmesi önlenmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">3. Gişede tadilât yapılarak
camlı bölmelerle görüş alanı alanı genişletilmiş ve özellikle gece
bekçilerinin geç saatlerde üşümeleri önlenmiş, güvenlik malzemeleri
için özel kasalar konularak kullanışlı, sağlıklı ve güvenli hale
getirilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">4. Müze binası ile birlikte 1968
yılında tesis edilmiş olan kalorifer kazanı ekonomik ve teknolojik
ömrünü tamamlamış ve kömürle çalışıyor olmasından dolayı
girişimlerimizle değiştirilmiş, fuel-oil ile çalışan yeni ve verimli
bir kazan konularak zaman ve personelden de tasarruf edildiği gibi, tüm
çalışma odalarının ve teşhir salonlarının da ısınması sağlanmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">5. Binanın dış kısmındaki revaklı
galerinin kapatılması esnasında, merdiven altından dışarıya zaten
bir kapısı olan bölüm de kapatılarak modern malzeme ile döşenmiş, çay
ocağı ve mutfak olarak kullanılmaya başlanmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">6. Bulaşıkların yıkanmasında ve
çeşitli temizlik işlerinde kullanılmak üzere elektrikli bir şofben
alınarak monte edilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">7. Müzedeki içme suyunun sağlıklı
hale getirilmesi için bir su arıtma cihazı alınarak hem içme suyunda
ve hem de laboratuar ve fotoğrafhanede sağlıklı su kullanılması temin
edilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">8. Müdür odası olarak kullanılan
ikinci kattaki oda çok küçük olduğundan kendi imkanlarımızla iki
buçuk metre kadar genişletilerek nisbeten kullanışlı ve toplantı
yapılabilecek hale getirilmiştir. Gerek bu odanın tesisinde ve
gerekse kapı, masa, pano, korniş, sehpa gibi eşyanın yapım ve
tadilâtında çok büyük emeği geçen bekçi Dede Börekçi’yi rahmetle
anmamak mümkün değildir. Bütün bu sayılan malzeme, kendi imkanlarımızla
ve adı geçen tarafından büyük bir maharet ve ustalıkla yapılmış,
birçok resmi dairede DMO’ dan satın alınmış birbirinin aynı ya da
benzeri standart malzeme kullanılırken Müze Müdür Odası çok özgün ve
kullanışlı mefruşat ile döşenmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">9. Kütüphane salonu olarak
kullanılan ve koridor ile birleşik olan mekana, kendi imkanlarımız ve
personelimiz tarafından yapılan tekerlekli ve raylı 6 adet pano kapı
ile söz konusu bölüm, gerektiğinde kapatılabilen 30-35 koltuklu bir
konferans salonu haline getirilmiş ve kültürel amaçlar için yoğun
biçimde kullanılmıştır. Dar mekanda bir de projeksiyon makinası için
yer kaybetmemek maksadıyla, projeksiyon makinası sehbası yapılan bir
düzenekle tavana asılmış, böylece de hem dinleyicilere mani olmamış,
hem de perdeyi tam karşıdan gördüğünden konferanslarda ve slayt
gösterilerinde sıkça gördüğümüz çarpık görüntüler ve kayma hataları
giderilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">10. Üst kattaki ince uzun açık
teras, üzeri kapatılarak bina içine alınmış, iki tuvalet ile dört adet
uzman çalışma odası tesis edilmiş, her uzman odasına birer de lavabo
konularak basit eser temizliklerinin oda içinde yapılması ve bu sebeple
uzmanlarca sık sık odaların terk edilmemesi sağlanmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">11. Kullanışsız ve pek işe yaramayan
arşiv odasının ikiye bölünerek bir bölümünün kütüphaneye katılmasıyla
kitap raflarının genişletilmesi gerçekleştirilmiş ve geri kalan kısmı
muhasebe odası haline getirilerek hesap işlerinin salim bir ortamda
yapılması temin edilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">12. Merdivenlere 1990 yılında sakat
rampaları yapılarak hem sakat arabalarının rahatça geçmesi ve hem de
ağır taş blokların ve diğer malzemelerin müze içindeki taşınma
işlemleri kolaylaştırılmıştır. </span></p>
<p><span style="font-size: small;">13. Müzenin elektrik tesisatının
sağlıklı hale gelmesi için yeni toprak hattı ile paratoner
bağlantıları yaptırılmış ve şahsî dostluk ve ikili ilişkilerimiz
sonucu müze bahçesine özel bir elektrik panosu konulmuştur.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">14. Teşhir salonuna açılan üst kattaki
yarı kapalı balkon, kendi imkanlarımız ve personelimiz tarafından
yapılan tadilât ve bölmelerle sikke, etnografya ve emanet eser depoları
haline getirilmiş, demir kapılarla takviye edilmiş ve ayrıca evrak
arşivi için de yer ayrılmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">15. Müze binası içindeki özellikle
koridor ve teşhir salonları mineral sıva ile kaplanarak hem dekoratif
bir görünüm kazanmaları ve hem de devamlı temiz kalmaları sağlanmış,
birkaç yılda bir yeniden boyamaktan tasarruf edilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">16. 1991 yılında, 190 adet ağacı
keserek Müze bahçesine yapmaya başladıkları Kültür (!) Merkezi binası
yarım halde iken, 300 m kadar ilerideki bir yere GAP Kültür Sarayı adı
altında yeni bir tesisin yapılmasının gündeme gelmesiyle, şahsî
dostluklar ve ikili ilişkiler de kullanılarak yapılmakta olan binanın
fonksiyonunun ek bina sıfatıyla müzeye çevrilmesi sağlanmış, onayın
alınmasından sonra derhal tadilât projeleri yaptırılmış ve bunların
gerçekleşmesi sağlanmıştır. Bu faaliyeti, Gaziantep kültürüne
yaptığım en büyük hizmet olarak telakki ediyorum ve binanın kısa
zamanda tamamlanmasıyla Gaziantep’in kültür camiasının Ülkemizin en
büyük müzelerinden birisine kavuşmasının heyecanını yaşamasını
diliyorum. Bütün beklentim, bu binanın tamamlanmasıyla iki binanın
birleşmesi ve çok olumsuz şartlar içinde bulunan etnografya müzesindeki
malzemeyi buraya taşıyarak ve ön bölümdeki yeni salonlarda yeniden
yorumlayarak bir Gaziantep Kültürü Müzesi yaratmak idi. Bunun içinde
Barak Odası, Zenaatkârlar Çarsısı, audiovizyon-multivizyon ile birkaç
dilde Gaziantep Şehri ve Savunmasının anlatılması, bütün
detaylarının yer aldığı Gaziantep el işlerinin didaktik olarak
sergilenmesiyle özgün elişi motif ve örneklerinin meraklı ziyaretçiler
ile amatör ve profesyonel kimselerce çalışılmasının temini, ana bölüme
üst kattadaki balkonlardan seyredilecek mozaik panoların
yerleştirilmesiyle Ülkemizin sayılı mozaik seksionlarından birinin
tesis edilmesi, heykeltraşlık eserleri ve özel olarak ışıklandırılmış
sanal mezar odalarının hazırlanması gibi Türk Müzeciliğinde yeni olan
bazı ilkler gerçekleştirilecekti. Ayrıca geniş salonlarda öğrencilere
ve ziyaretçi gruplarına görsel malzeme ile eğitim ve tanıtım
yapılabilecek, haftanın belli günlerinde konservatuar öğrencileri
ziyaretçilere 10-15 dakikalık mini konserler verebilecekler, geniş
fuayede resim sergileri açılabilecek ve böylece Gaziantep Müzesi,
yaşayan bir müze haline gelebilecekti. Şimdiki müze salonları ile yeni
bina salonları bir tüp geçitle birbirine bağlanacak ve büyük bir
kompleks elde edilecekti. Ama bütün bunlar 8-9 yıl içinde olmadı.
Maalesef bu kompleksin bitirilmesi, birikimleri yeterli gelmeyen
kültür bakanlığı birimlerinin kendi yetki ve sorumluluklarının sınırını
çizememeleri sebebiyle gerçekleşemedi. Şimdilerde % 80 oranında
tamamlanmış olan bina ise fiziksel gücü nisbetinde bu boşlanmışlığa,
ilgisizliğe ve sergilenen vurdumduymazlığa direnmeye, her fırsatta
kültürden bahseden siyasîlerle, sponsorluk teklif edildiğinde
bilmemkaçıncı defa gittiği Avrupa’daki seyahatleri sırasında tesadüfen
gezdiği bir müzeyi böbürlenerek anlatırken, belki de sadece ilkokul
sıralarında zorla götürüldüğünden başka ziyaret dahi etmediği kendi
yaşadığı şehirdeki müzesini eleştiren iş adamlarının ne demek
istediğini anlamaya çalışıyor.<br />
</span></p>
<p><strong><span style="font-size: small;">B. Müzede Teşhir Çalışmaları:</span></strong></p>
<p><span style="font-size: small;">17. Teşhir Salonlarının genel
aydınlatması ve vitrin içi ışıklandırması baştan ele alınarak modern
metotlar ve malzemelerle yenilenmiştir. Ülkemiz müzeleri içinde ilk
kez kullananlardan birisi olarak 1989 yılında Hollanda’dan getirtilen
petek panellerle vitrin içlerinde homojen ve indirekt aydınlatma
sağlanmış böylece eserlerin izleyiciye daha iyi şartlarda ve gözü
yormadan sunulması mümkün olmuştur.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">18. Birçok müzede, bina kadar eski
olan ve neredeyse envantere geçecek kadar müzeyle bütünleşmiş olan, bir
devrin gözdesi Şekip Kristal etiketli mevcut vitrinler, basit ve ucuz
bir yol olan sunta panolar ile bölünüp, kasalar içine alınmak
suretiyle kronolojik salonda düzenlemeler yapılmıştır. Böylece, hem
ucuza mal edilen, hem değiştirme pratikliğine sahip ve hem de mevcut
vitrinler kullanıldığı için son derece ekonomik bir sistem elde
edilmiştir. Vitrinler sunta panolarla bloklandığı için ikinci bir
güvenlik perdesi oluşturmakta, vitrin fonları kullanmakta özgür
kalındığı için vitrinlerde aynalaşma önlenmekte ve tüm açıklıkları
bantlamak mümkün olduğu için de tozlanma süresi uzatılarak vitrin
içinin temiz kalması sağlanmaktadır. Mevcut vitrinleri ve kendi
imkanları ile değişiklikler yapmak isteyen tüm meslekdaşlarımıza tavsiye
edeceğimiz bir düzenleme tarzı olup ayrıca, söküldüğü takdirde
suntaları ziyan etmeden ikinci defa başka amaçlarla da kullanmak
mümkündür. Sunta yüzeyler en kolay ve ucuz boya olan siyah plastik ile
tek kat boyanmış, vitrin üzerlerine gene suntadan taç çerçeveler
yapılarak içine petek paneller ve flouresant lambalar konulmuş,
ışığın üstten taşmaması ve elektrik aksamının tamir pratikliği için de
üst bölüm tamamen kalaylı kağıtla (folyo) kaplanarak son derece ucuz
bir düzenek elde edilmiştir. Bu tarz düzenlemenin bir faydası daha
vardır ki o da, istenildiği takdirde sunta blokları farklı biçimlerde
yerleştirerek sık sık değişik teşhir biçimleri elde edilebilir ve
müzenin monotonluğu giderilebilir. Sırf bu yüzden binanan bir parçası
gibi beton bloklardan yapılan sabit vitrinli teşhirlere bir türlü sıcak
bakamamışımdır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">19. Müzede ana teşhir salonuna
girişi sağlayan açıklığın iki yanında bulunan iki yuvarlak sütun, yan
duvarlar ile aynı kalınlıkta olmak üzere kare hale getirilerek,
duvarla sütun arasındaki açıklığa vitrinler yapılmış ve Ülkemiz
müzelerinde ilk kez olmak üzere bu vitrinlerde dışarıdan çirkin görünen
kilitler konulmamış, bunların yerine vantuzlarla kaldırılan camlı
sistem ile vitrin dizaynına yeni bir boyut getirilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">20. Müzenin mimari planına göre iç
balkon olarak ayrılmış bölümün teşhir salonuna bakan ve kapatıldığından
dolayı çok çirkin görünen cephesi büyük boy panolarda “Gaziantep
Kronolojisi”, “Türkiye’nin Antik Bölgeleri”, “Gaziantep’teki Antik
Yerler ve Kazı Merkezleri” isimli bilgi levhaları ve haritalarla
kapatılarak bu çirkinlik giderilmiş ve çok sayıdaki ziyaretçinin aynı
anda bilgi sahibi olacağı biçime getirilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">21. Müzenin batı tarafındaki, içinde
190 adet süs ve meyve ağacının, taş eserler deposunun, müze açık
teşhiri ile müze ek bina temel ve subasmanının bulunduğu yaklaşık beş
dönümlük bahçenin boşaltılarak buraya bir “Kültür (!) Merkezi”
yapılmak istenmesi üzerine, açık teşhirde bulunan taş eserler müzenin
doğu tarafındaki ince uzun biçimli bahçeye, bir kısmı da açık revaklı
galeriye taşınmak zorunda kalınmıştı. Bu galeriye dışarıdan ulaşılıyor
olması güvenlik yönünden sakınca yarattığından ve açık kısmından
dolayı da teşhir yüzeyinin az olması yüzünden Adana Rölöve ve Anıtlar
Müdürlüğü ile birlikte yürüttüğümüz çalışmalar sonunda revaklı galeri,
tip proje olan diğer bazı örneklerinde olduğundan çok daha başarılı
bir biçimde kapatılmış ve teşhir salonları ile birleştirilmiştir.
Revaklı galerinin kemerli üst örtüsüne tam oturan pencereler kavislerin
görünüşünü bozmamış ve aradan geçirilen duvarlardan taşan sütun
gövdeleri ile “revaklı galeri” mizanseni muhafaza edilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">22. Türkiye müzelerinde ilk kez
olmak üzere ” Nostalji vitrinleri” adı altında, yakın geçmişe ait
özellikle orta ve daha yaşlıların anılarını tazeleyen çeşitli
gramofonlar, ibraz edilmediği zaman telsiz kanununa muhalefetten yasal
işlem yapılan kullanım ruhsatları ile birlikte lambalı eski radyolar,
manyetolu telefonlar, rakkaslı duvar saatleri, bir zamanlar konakların
olmazsa olmazlarından kollu dikiş makinaları, eski model yazı
makinaları gibi eşyaların sergilendiği vitrinler oluşturulmuş ve
içeriğine uygun olması için de özellikle eskimiş ve solmuş orijinal
fon kumaşlarıyla eski ahşap vitrinler kullanılmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">23. Türkiye müzelerinde ilk kez
olmak üzere Fotoğraf makinalarının tarihi gelişimi konulu ve 80 adet
makine ve aksesuar içeren bir sergi, önce fotoğrafçı Halit Ziya
Biçer’den emaneten alınarak sergilenmiş daha sonra satın alınarak
müzeye mal edilmiştir. Bu koleksiyonun müzeye kazandırılmasında
rahmetli Coşkun Tütüncü ile aziz dostum Turhan Birgili’nin katkıları
büyüktür. Zaman içinde yapılan ilavelerle sayısı 110’u aşmış olup halen
de Ülkemiz Müzelerinin ilk ve tek “Fotoğraf Makine ve Aksesuarı
Seksiyonu” dur ve eğer yanılmıyorsam Türkiyedeki fotoğraf makinası
koleksiyonlarının içinde de 4. sırayı almaktadır. Bu koleksiyonda, 1910
modelden başlayan ve günümüze kadar gelen fotoğraf makinaları ile
bunların aksesuarları, çeşitli flaşlar, şaseler, Dager Typ adı verilen
ve 1839 yılında ilk kez bakır plaka üzerine çekilmiş fotoğraflar,
İngilterede kraliyet sarayı mensupları için icat ve çok az sayıda imal
edildiği söylenen ve insan yüzüne fotoğrafta yumuşaklık kazandıran
süzgeç biçimli “imagon” objektif, Rus yapımı taklidi ile orijinali
Alman Zeiss’ in yanyana sergilendiği ve ilk kez objektife monte edilmiş
sarı lekeli telemetreye sahip körüklü makinalar, Poloraid’i taklit
ettiği için tüm dünyada toplatılan poloraid sistemli Kodak makine,
gene Kodak’ın kart kamerası, ilk uzaktan kumanda denemeli stüdyo
objektifi, bir kez denenip vazgeçilmiş 4X4 cm ebatlı film çeken kutu
makina, telemetreli ilk Kodak ve ilk Amerikan yapımı Argus 36 mm’ lik
makinalar, Poloraid’e rakip olmuş kendi kendine vesikalık çeken
Fotomaton makine, ve nihayet adliye arkası esnafından olup geçim
sıkıntısı sebebiyle eski şalvarını kesip örtü yapan Şipşak Mamed’in
a-la-minut makinası, 1916 model bir açı ölçer, lüks lambası ile
aydınlatılan 1935 model bir 16 mm sinema makinası vb. optikle ilgili
makine ve malzemeler yer almaktadır. Zaman ayarı basit yaylı bir
sistemle elde yapılmış bir stüdyo makinası ise, her zaman açık duran
objektifinden karşıya konulan bir kartpostaldaki anıt mezar resmini
devamlı olarak baş aşağı göstererek, özellikle küçük izleyicilere o
basit mercek-ışık kanununu hatırlatmaktadır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">24. Bu arada, eski bir Antep Evinin
mahzeninde ele geçip 1911-1914 model olduğu saptanan ve gaz yağı ile
enjeksiyonlu ve pompalı gaz ocakları gibi bir ısıtıcı vasıtasıyla
ısıtılan suyun buharı ile çalışan buhar türbini sistemine sahip bir
motosikletin, Gaziantep Bölgesinde de faaliyet gösterdiği ve Karkamış
kazılarına katıldığı bilinen İngiliz Casusu Lawrens ile
ilişkilendirmesinin mümkün görünmesi üzerine, gerek Lawrens’in hayat
hikayesi ile ilgilenen araştırmacıların ve gerekse motosiklet firmasının
dikkatini çekmek üzere temizlerek teşhire konulmuş olup, bekleneni
vermese bile şimdilik bazı kesimlerin ilgisini uyandırabilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">25. Kullanışsız hale gelmiş ve
tamiri mümkün olmayan jaluzi sistemi kaldırılarak yerine modern
görünüşlü, kullanışlı ve teşhir salonlarında ışığın ayarlanabilmesine
imkan sağlayan düşey perdeler yaptırılmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">26. Türkiye müzelerinde ilk kez
olmak üzere, “Diğer Müzelerden ve Arkeolojik Çalışmalardan Haberler”
adı altında bir pano düzenlenmiş olup, arkeolog ve müzeci
meslekdaşlarımızın gönderdiği afiş, broşür ve posterlerle yeni haberler
ziyaretçilerimize duyurulmaktadır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">27. Eski Müze Müdürlerinin resimleri
ve hayat hikayeleri ile Müzeye bağış ve yardımda bulunanların
isimlerinin ve teşekkür levhalarının yer aldığı bir “Şeref Panosu”
hazırlanarak Müzeye emeğı geçenlerin anılması ve tanıtılması
sağlanmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">28. Çeşitli ülkelerin 20. yüzyılın
başlarındaki görüntülerini yansıtan kartpostallar sergisi önce
fotoğrafçı Halit Ziya Biçer’in koleksiyonundan emanet olarak
sergilenmiş, daha sonra satın alınarak müzeye kazandırılmıştır. Bunlar,
1902-1914 yıllarında İzmirli bir rum vatandaşın İngiliz
Konsolosluğunda çalışırken görevli olarak gittiği dünyanın çeşitli
ülkelerinden, fakat özellikle de Hindistan’dan İzmir’deki ailesine
gönderdiği kartpostallar olup, o zamanki posta pulları ve posta
damgaları ile Türkiye’nin uluslararasında, “Turkey-Turquie-Turquie
d’Asia-Asia Minor, Turquie in Asia” gibi nasıl farklı isimlerle
anıldığını göstermesi bakımından ilginçtir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">29. Kendi imkanlarımızla tesis
ettiğimiz yeni teşhir salonunun plan, dizayn ve düzenlemesi tamamen
kendimize ait olup, bir bölümünde eskiden mevcut ayaklı orta
vitrinlerine suntalam kasalar giydirilerek yeni ve modern bir görünüm
kazandırılmış ve son derece ucuza mal edilmiştir. Vitrin içi
düzenlemesi ve ışıklandırması da tarafımızdan yapılmış ve modern Avrupa
müzelerindeki düzenlemelerle boy ölçüşecek derecede bir teşhir elde
edilmiştir. Bu bölümdeki sikke teşhirini eşim Ayşe ERGEÇ hazırlamış ve
yatay vitrinlerin arkasındaki duvar panolarına sikkenin doğuşu, ülke
ve devlet bazında sikke basma teknikleri ve ağırlık sistemleri ile
antik sikkelerin zaman içindeki satın alma gücünü gösteren resim ve
çizimler ilk kez uygulanan kappa-blok tekniği ile ziyaretçiye
sunulmuştur. Bu salonda yeni tesis edilen büyük boy kombine vitrinler
de Ülkemiz müzelerine örnek teşkil edecek düzenlemelerine sahiptir.
Bilimsel düzenlemesini sevgili dostumuz Prof. Dr. sayın Aliye ÖZTAN’nın
yaptığı Mühür vitrinlerindeki küçük eserlerin kolayca incelenmelerine
olanak sağlayan kart lensler (büyüteçler), birkaç müze ile birlikte
Ülkemiz müzelerinde ilk kez kullanılmaktadır. Gene bu salondaki
kombine vitrinlerde bulunan küçük eserleri incelemek isteyenlerin
rahat edebilmeleri için konulan tekerlekli mobil tabure-puflar
Ülkemiz müzelerinde ilk kez kullanılmaktadır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">30. Büyük salondaki Tarih Öncesi
Vitrinleri prehistorik dönem ile başlamaktaydı. Gaziantep
Üniversitesinden jeolojiye meraklı Mehmet Erkan KOÇAK isimli bir
öğrencinin çeşitli yerlerden topladığı bitki ve hayvan fosillerini
Müzeye hediye etmesiyle oluşan koleksiyonu sergilemek üzere Tarih
Öncesi Vitrinlerinin baş tarafına yeni bir bölüm eklenmiş ve bu bölüm
Tabiat Tarihi ile başlatılmıştır. Kendisine teşekkür ve hayatta
başarılar dilerim.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">31. Prehistorik dönem vitrinlerine,
F. Bulgan’ın hazırladığı o dönemi anlatan bir bilgi panosu ile benim
elimde bulunan, taş devrinde nasıl alet yapıldığını ve hangi taş
aletlerin günümüzdeki hangi mekanik aletlerle örtüştüğünü temsili
resimlerle gösteren bir dizi çizgi resimler konularak izleyiciye bilgi
aktarımı sağlanmış, bir süre sonra da, birlikte kazı yaptığımız
Fransız ekipten prehistoryen bir bayanın el becerisi ile sileskten
(çakmaktaşı) yaptığı bir el baltasının imal aşamalarını anlatan bir taş
alet ve yongaları ile görüntü zenginleştirilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">32. Başka bir müdürlüğe ait olup,
emaneten kullanılmakta olan teşhir panolarının Müzeye göre uygunsuz
zamanlarda geri istenmesi ve teşhir düzeninin bu yüzden bozulması
üzerine bunlar iade edilmiş ve ihtiyacımıza göre tarafımızdan
yapılan mobil panolar kullanılmaya başlanmıştır. Bunların birer yüzleri
açık renkte, diğer yüzleri daha koyu renkte yapılarak farklı
malzemenin teşhirinde uygun fonlar elde edilmesi için kolaylık
sağlanmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">33. Taklit eserler ayrı bir vitrine
konularak detaylı bilgi verilmiş ve bazı saf vatandaşlarımızı define
bulma vaadiyle dolandırmaya çalışan ve birbirleriyle bağlantılı olarak
Ülkemizin çeşitli yerlerinde, içinde üç adet sahte tunç heykelcik
bulunan küpler ile uydurma senaryolar üreten kötü niyetli kişi ve
çeteler konusunda müze ziyaretçileri aydınlatılmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">34. Müze teşhir salonlarına konulan
düzenek ile ziyaretçilere gezileri sırasında müzik yayını
gerçekleştirilmektedir. Bu sisteme bir de, konferanslarda kullanılmak
üzere ses düzeni eklenmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">35. Müzelerde çoğu zaman eleştiri
ve esprilere konu olan ” dokunmak yasaktır” ikazları yerine Türkiye
Müzelerinde belki de ilk defa olarak, bir Roma dönemi değirmeni
üzerinde “Lütfen Çeviriniz” yazısı bulunmakta ve bazalttan değirmene
takılan ahşap kollar, ikişer ikişer özellikle ilkokul öğrencilerince
keyifle çevrilerek, değirmene konulan kuru ot ve buğday saplarının
nasıl un haline geldiğini de gözlemleyerek öğrenmektedirler.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">36. İki yıl önce bulduğumuz Eski
Tunç Çağı mezarlığındaki mezarlar ve buluntular hepimizi çok
etkilemişti. En çok duygulanan da, hiç şüphesiz yoğun olarak şiirle
uğraşan uzmanımız arkeolog M. Önal idi ve hemen kaleme sarılıp cesedi
mezara konan Eski Tunç Çağından bir yiğit ile onu son yolculuğuna
uğurlayan yakınlarını hayal etmiş, duygu ve düşüncelerini şiire
dökmüştü. İtiraf etmeliyim ki bu şiir beni mezarlıktan fazla
etkiledi, bazı ziyaretçileri de benden fazla. Bir defasında,
İstanbul’daki tanınmış bir kolejin eski mezunlarının GAP bölgesine
yaptıkları gezi sırasında Gaziantep Müzesini gezerlerken ben de onlara
rehberlik ediyor, sorularını cevaplıyordum. Ziyaretini tamamlayıp
bahçeye çıkmış iken geri dönen orta yaşlı bir bayan bana doğru gelerek
“salonlardan birinde bir şiir varmış” dedi, ben de orijinal malzemesi
ile yeniden kurulmuş olan mezarın yan tarafındaki panoyu gösterdim.
Biraz önce gezerken bu kısmı görmemiş olan kadıncağız, ilgiyle
yaklaştı ve incelemeye başladı, bu sırada ben de diğer ziyaretçilerle
ilgileniyordum. Deminki orta yaşlı hanımla biraz sonra karşılaştık
yanımdan geçerken, yanaklarına damlalar taşan dolu dolu kızarmış
gözlerle bana “mezarı ve buluntuları gördüm, fakat şiire mahvoldum”
dedi. Bu duyguları tatmanın ve gözyaşlarını özgür bırakmanın mutlaka
başka insanların da hakkı olduğuna inandığım için bahse konu şiiri
ekte veriyorum (Ek: 1). M.Önal’ın mühür baskıları için yazdığı başka
bir şiirinin yanısıra ben de, sayısı binleri bulan keramiklerin yanına
Ömer Hayyam’ın “testilerin toprağının gün gibi güzellerin toprak olmuş
teninden, yüzünden, gözünden yapıldığını” anlatan şiirini koydum.
Böylece edebiyatı da, bizim müzenin kendini anlatım biçimlerine vasıta
yaptık ama izleyenlerin ifadesine göre “değişik bir müze” oldu.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">37. Müze içinde ziyaretçilere gezi
güzergahını belirtmek üzere, biraz da sevimli olsun diye çıplak ayak
izlerinden oluşan dikkat çekici sarı renkte işaretler koyduk. İlk
bakışta “müzeciler züğürtlükten yalınayak dolaşıyorlar” esprisine hedef
olsa da bu gezi yolu izleri ziyaretçiler açısından oldukça işe yaradı<br />
</span></p>
<p><strong><span style="font-size: small;"> C. Müzede Açılan Sergiler:</span></strong></p>
<p><span style="font-size: small;">38. “Türk mimarlık eserleri” isimli fotoğraf sergisi.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">39. “Kültür Varlıklarımız” isimli fotoğraf sergisi.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">40. “Yağmalanan Anadolu” isimli fotoğraf sergisi. </span></p>
<p><span style="font-size: small;">Bu üç sergi de Kültür Bakanlığınca
düzenlenen GAP Şenlikleri kapsamında Gaziantep’e kısa süre için
gelmişti ve ilk ikisi Şemsi Güner’e yaptırılan 100 X 70 cm. ebadındaki
dünyayı dolaşan sergi fotoğraflarından oluşmaktaydı. Çok kimse görmek
istedi, fakat ancak 1 hafta için ve sadece Gaziantep’e gelmişti.
Tekrar ambajlanmaları sırasında hepsinin teker teker fotoğraflarını
çektim ve sonuçta 18 X 24 cm. ebadında bir mini sergimiz oldu. Her
üç, konulu fotoğraf sergisi de hemen hemen 10 yıl boyunca devamlı
sergide kaldı ve çok beğeni topladı. Fakat, bir yazı levhası ile de
bunların elde ediliş hikayesini izleyicilere anlatmayı da ihmal
etmedik.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">41. Türkiye müzelerinde ilk kez olmak
üzere “Roma Döneminde bir şehrin kuruluş öyküsü sergisi.” 1982
yılında CDG bursu ile Almanya’da Köln’de Römisch-Germanisches Museum’da
değerli dostum, arkadaşım Mustafa Büyükkolancı ile birlikte
müzeoloji çalışmaları yaptığımız sırada, piyasada mevcudu kalmamış
David Macaulay’ın Augustus dönemindeki Verbonia kentini anlatan “Eine
Stadt Wie Rom” adlı kitabından fotokopi ederek elde ettiğim
çizimleri eşim arkeolog Ayşe ERGEÇ ile birlikte yeniden yorumlayıp,
ilave resim ve çizimlerle destekleyerek Roma kültürü içinde kurulan
kentlere uygulayıp genelleyerek açıklamıştık. Yaklaşık 45 panoda 90
kadar çizgi resimden oluşan sergi 10 yıl boyunca devamlı olarak bir
teşhir unsuru gibi gündemde kalmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">42. “Antik devirde Çocuk eğitimi”
isimli çizgi resim sergisi, ne de olsa okuma özürlü bir toplum
olduğumuzdan dolayı göze hitap etmek üzere, Arkeoloji ve Sanat
Yayınlarının aynı isimli kitapçığının fotokopi ile A3 ebadında
büyütülüp sayfa sayfa panolara asılmasıyla oluşturulmuş ve özellikle
okullardan ve öğrencilerden çok ilgi görmüştü. Ancak sonradan,
izinsiz yaptığım bu uygulama için kendisini haberdar ettiğim sevgili
Nezih Başgelen’in hoşgörüsüne burada teşekkür etmek isterim.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">43. “Eski Roma’da oynanan Eğlencelik
oyunlar” isimli çizgi resim sergisi de, gene Almanya’ daki müzeoloji
günleri sırasında Xanten müzesinden aldığım, kendi araştırma ve
yayınları olan bir kitapçığın cildinin bozulması ile oluştu. Ancak
bunu, Gaziantep’te oynanan çocuk oyunları ile birlike izleyiciye
sunarak, beştaş, kanatlı çizgi, aşık oyunu, ceviz oyunu gibi bazı
oyunların birbirinden farklı coğrafyalarda nasıl ortak değerler
haline gelebileceğini vurgulamak istedik.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">44. “Fotoğraflarla Halep Kalesi”
sergisi, Gaziantep Kalesinin restorasyon çalışmaları sırasında Halep
Kalesi ile olan benzerliğini saptamak ve kıyaslamalar yapmak üzere
gittimiz Halep seyahatinde çektiğim fotoğraflardan oluşmaktadır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">45. “Fotoğraflarla Karun Hazinesi”
sergisi ise, 30 X 40cm ebadındaki renkli fotoğraflardan meydana gelmiş
olup Anadolu Medeniyetleri Müzesinin, hazinenin Ülkemize getirildiği
aynı yıl sonunda çıkardığı ve her sayfasında arkalı önlü olarak
Karun Hazinesindeki eserlerin renkli resimlerini içeren takvimden iki
adedini dağıtarak düzenlediğimiz 12 ayrı resim ile bir adet de Karun
Hazinesi hakkında bilgi verilen camlı-çerçeveli resimlerden
oluşmaktadır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">46. “Yesemek’de Kış” adlı
siyah-beyaz fotoğraf sergisi ise, 1992 kışında Yesemek ve civarına
yağan karın çok ve kalın tabaka oluşturması üzerine, bir daha kolay
elde edilemeyecek olan bu görüntüyü saptamak üzere, Halit Ziya Biçer
ile zincirsiz ve huyunu suyunu bilmediğimiz arızalı eski bir pikap
ile zaman zaman durmak zorunda kalarak sırf fotoğraf merakı ve
tutkusundan dolayı karların içinde düşe kalka ulaştığımız Yesemek
köyündeki Açık Hava Müzesinin ve burada bulunan yüzlerce bazalt heykel
taslağına ait karlı kış görüntülerinin siyah-beyazlarından
oluşmaktadır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">47. “Eski Antep Evleri” fotoğraf
sergisi, Gaziantep Mimarlar Odası Kültür Komisyonunda görev alan
duyarlı genç mimarların özverili çalışmalarıyla oluşturulmuş bir sergi
idi ve müzede birkaç kez çeşitli vesilelerle tekrarlandı.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">48. “Eski Fotoğraflarla Karkamış”
fotoğraf sergisini, 1991 yılında çok konuşulan “Karkamış örenyeri
mayından temizlenip turizme açılıyor” dedikodularının yoğunlaştığı
sırada düşünmüştük ve ilk saptadığımız adı da “Fotoğraflarla Eski
Karkamış” idi. Bekçi-fotoğrafçı Mahmut Kocaoğlan ile birlikte
Karkamış’ın bilimsel yayınlarından 25-30 kadar siyah-beyaz fotoğraf
çektik. Fotoğrafhanede bulduğumuz birkaç kutu 18 X 24 mat fotoğraf
kağıdı ise tam bize göreydi, çünkü yeni ödenekler henüz gelmemiş
olduğundan ve eski dönemden de borçlu olduğumuzdan kimse bize veresiye
malzeme vermiyordu Çok acil bazı malzemeyi ısrarla veresiye alsak
bile uzunca bir borç dönemini dikkate alarak yüksek fiatlar
istiyorlardı. Hatta, mat kağıt gibi stardart dışı malzemenin bulunması
da her zaman mümkün değildi, İstanbul’dan sipariş edilip getirilmesi
gerekiyordu. Fotoğrafhanede elimize geçen bu birkaç kutu hem de mat
kağıtlar bu yüzden bize define gibi gelmişti. Telaş ve heyecanla
tarihine pek de dikkat etmeden karanlık odaya girdik ve agrandismana
başladık. 5-6 adetten sonra bastıklarımızın banyosunu görmek istedim.
Sonuç felaketti, görüntüler belli belirsiz, bazan silik, çoğunlukla da
ton kayıpları vardı. Daha fazla poz sayarak birkaç deneme daha
yaptık, ton kayıpları nisbeten düzeldi, fakat kağıtların bayat
olmasından dolayı ( ki, yaklaşık 5-6 yıl önce kullanım süreleri
bitmişti) genel olarak silik görüntüler hakimdi. Özellikle Turizm
Müdürlüğünün estirdiği Karkamış fırtınasına biz de bu fotoğraf sergisi
ile katılacaktık, zaman kalmamıştı, yeni fotoğraf kağıdı ise hayaldi.
Birden, o dar zamanlarda insanların aklını harekete geçiren ilham
perisi bana da geldi ve Mahmut’a “hiç zaman geçirmeden işe devam”
dedim, fakat bu fotoğraf kağıtlarını neden kullanmaya devam ettiğimizi
anlatacak zaman yoktu. Banyo işleri tamamlanan ve kuruyunca sararan
fotoğrafları önceden hazırladığımız panoya yerleştirdikten sonra
sadece bir tek değişiklik yaptık ve serginin başlık yazısını “Eski
Fotoğraflarla Karkamış” olarak düzelttik. Sararmış fotoğraflarda 1911
yılındaki kazıları izleyenlerde, halâ bu fotoğrafların 1911’den
kaldığı imajı çağrışmaktadır. İşte size, çaresizlik içinde bulunan
çarelerden biri daha ki, Anadolu Müzeciliğinin sık sık karşılaştığı o
acı gülümsemeli kesitlere iyi bir örnektir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">49. Meslekdaşımız sayın Veysel
Donbaz’ın çizgilerinden oluşan “Arkeoloji Konulu Karikatürler” sergisi
1992 yılındanberi sergide olup, müze ziyaretçilerini çeşitlendirmede ve
ziyaret sebebi yaratmada epeyce rol oynamıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">50. İslahiye’li sanatçı Talat Bey’
in el emeğinden oluşan “Minyatür Eşyalar” sergisi, geçici olarak
fakat iki yıl üst üste Müzeler Haftasında sergilenmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">51. Burdur Müzesinin gelenek haline
getirdiği yarışmalarda derece alan eserlerden oluşan “Karikatürlerle
Arkeoloji ve Müzeler” sergisi. Burdur Müze Müdürü aziz dostum Hacı Ali
Ekinci’nin ricamız üzerine bizi kırmayıp gönderdiği malzemeler
Gaziantep Müzesinde sergilendikten sonra, güneydoğu müzelerini de
dolaşması için Şanlıurfa Müzesine gönderilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">52. Sayın Akten Köylüoğlu’nun
düzenlediği, daha çok kendine ve ailesine ait “Fotoğraflarla
Geleneksel Gaziantep Giysileri” sergisi.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">53. Sayın Akten Köylüoğlu’nun kendi
imkanları ile hazırlayıp hakiki ustalarına orijinal malzeme ile
yaptırttığı ve Müzeye hediye ettiği “Gaziantep Kültüründe Çocuk
Oyuncakları” sergisi devamlı olarak teşhirde tutulmaktadır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">54. Ailesinin özel izni ile “Dr.
Mecit Barlas’ ın Kurtuluş Savaşında Kullandığı Tıbbî Aletler ve
Eşyalar” sergisi. Ancak müzeler haftasının ikinci gününde ve sadece
3-4 saat için açık kalmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">55. “Gaziantep’in Geleneksel
Dokumalarından Örnekler” sergisi. İlgili esnaf ve zenaatkarların temin
ettiği malzeme ile oluşturulmuş ve birkaç yıl Müzeler Haftasında
sergilenmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">56. Bakırcı Ahmet Duymaz’ın el
emeği-göz nuru ile işlediği 1.5 – 2 m boyutlara varan 6 çift eserden
oluşan “Dev Bakırlar” sergide kaldığı iki yıl boyunca, özellikle kapı
geçitlerinde oluşturduğu anıtsal görünümlerle adeta müze ile
bütünleşmişti.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">57. “Avrupa’da Yılın Müzesi” ödülünü
kazanan İstanbul arkeoloji Müzelerini tanıtan bir fotoğraf sergisi,
isteğimiz üzerine Gaziantep’den başlayarak birçok müzeyi dolaşmış ve
sanırım bazı yenilikçi fikirlerin uyanmasına yardımcı olmuştur.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">58. “Antik Tıp Aletleri” sergisi.
Müze Dostları Derneği üyesi olan genç doktorlar vasıtasıyla Tabipler
Odası ile kurduğumuz ilişki sonucu 1996 yılı Tıp Bayramı etkinlikleri
içinde Müzede yapılacak bir konferans da yer aldı. Ancak,
konferansçının kim olacağı ve konusu belli değildi. Bu sırada tesadüfî
bir telefon konuşması bu problemi kendiliğinden halletti. Çukurova
Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr sayın İlter UZEL,
camiamızdan birçok kişinin bildiği gibi antik tıp ve kozmetik
aletleri ile ilgilenmekte ve bilimsel çalışmalar yapmaktadır. Sayın
UZEL, son yayını için müzedeki bazı antik tıp aletlerini incelemek
istiyordu, tabii olurdu ama antik tıp aletleri hakkında bir konferans
vermek kaydıyla. Sayın Hoca bizi kırmayarak teklifimizi kabul etti,
bizim misafirimiz olmasına rağmen eski arkadaşı olan Gaziantep
Şahinbey Tıp Fakültesi dekanı onu bırakmadı. Konferanstan bir gün önce
ikindi vakti geldi, müzeyi gezdirdim, kendi bakmak istediği tıp
aletlerini inceledi, bizim fonksiyonlarını merak ettiğimiz bazı
aletleri tanımladı ve müzenin kapanmasına yakın gitti. Fakat, ben ve
bir uzman arkadaşım müzede kalarak çalışmaya başladık, çünkü bana göre
sadece tek bir konferans hem hocaya karşı cılız bir faaliyet, hem de
ilgilerini müzeye çekmek istediğimiz tabipler açısından bayramlarında
biraz kuru kalacaktı. Hemen iki vitrin boşalttık, birisine antik tıp
aletlerini, diğerine de tıp ve kozmetikte kullanılan cam ve taştan
yapılmış şişecikler, kavanozlar, havanlar gibi malzemeler ile doktor
dostumuz sayın Semih MUMBUÇ’un temin ettiği modern tıp aletlerini
kıyaslama için hazırladık. Ancak, vitrin içi düzenleme için bazı
alçaklı yüksekli podyumlara ihtiyaç vardı. Derhal şoförümüzü eve
gönderip eşimden istediğim malzemeleri getirttim ki, bunlar evde ne
kadar elektrikli alet ve mutfak gereci varsa hepsinin ambalaj
kutularıydı. Bunları renkli fon kartonları ile kaplayarak üzerlerine
yerleştirdiğimiz eserleri gece geç vakte kadar çalışarak teşhire
hazırladık Bu eserlerden özellikle iki tanesi çok ilgi çekiciydi.
Birisi, çok parçalı (cımbız-törpü-kanca-spatül) manikür takımı, diğeri
de, dünyada yalnız iki tane bulunan ve ötekisi Louvre Müzesinde
saklanan, ameliyatlarda kullanılan bir damar sıkma pensi idi ki,
bunların daha çok Lejyonların seyyar hastanelerinde kullanıldığı
saptanmıştır. Ertesi gün konferansa gelen sevgili Hocamız, bir gün
önce mevcut olmayan bu vitrini görünce bir hayli şaşırdı nasıl olduğunu
sordu, biz de bir gecede cevabını verince “keşke herşey böyle bir
gecede oluverse ” dedi. İşte dört yıldan buyana teşhirin ayrılmaz
parçası haline gelen “Antik Tıp Aletleri Sergisi” böyle aniden vücuda
geliverdi. Türkiye Müzeleri içinde bu denli kapsamlı bir tıp
aletleri seksiyonu bildiğimiz kadarıyla halen mevcut değildir. Ama
benim küçük ev eşyalarımın ambalaj kutuları o vitrinlerin içinde
kaldı. Müzeden ayrılırken ille de kutularımı isterim demek tabii ki
olamazdı.</span></p>
<p><span style="font-size: small;"><br />
<strong>D. Müzede Güvenlik Önlemleri :</strong></span></p>
<p><span style="font-size: small;"> 59. 1990 yılında Teşhir Salonuna
kapalı devre kamera tesisi kurularak tek kamera ile de olsa salonun
güvenlik açısından izlenmesi mümkün olmuştur.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">60. Ana Giriş Kapısına projektörler yerleştirilerek müze güvenliğinin yanısıra gece bekçilerine de güvence sağlanmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">61. Teşhir Salonu Ana Giriş Kapısı
sadece ahşap bir kapı olduğundan ve güvenlik açısından son derece
sakınca yarattığından 1989 yılında buraya derhal demir parmaklıklı bir
kapı daha yaptırılarak ve iki kilit daha ilave edilerek
sağlamlaştırılmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">62. Depoların tümüne yeni demir kapılar yaptırılmış, mevcutlar takviye edilmiş ve alarm sistemine bağlanmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">63. Müzedeki bütün kilitler değiştirilerek son teknoloji ürünü olan bilyalı anahtarlar kullanılmaya başlanmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">64. Gizliliği olmayan o zaman için
mevcut dahili telefon sistemi, güvenli hale getirilememesi ve genişleme
imkansızlığı yüzünden tümüyle değiştirilerek güvenli ve modern bir
sistemin kurulması sağlanmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">65. Müze Güvenliği için bina,
depolar, teşhir salonları ve bahçenin tüm bölgelerinde en son
teknoloji kullanılarak alarm sistemi kurulmuş ve ayrıca kapalı devre TV
sistemleri tesis edilerek tüm kapalı ve açık alanlar kontrol altına
alınmış, kapalı devre yayının görevli memurlar ve hafta sonları nöbetçi
amirler tarafından da kullanılabilmesi için bütün odalara bağlantılar
gerçekleştirilmiş ve mobil monitörlerle izlenmesi sağlanmıştır. Ayrıca,
bahçeye gece bekçilerinin saat kurma güvenliği için harekete
duyarlı ve renkli lambalarla uyarı yapan bir düzenleme ilave
edilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">66. Gece bekçilerine, gene en son teknoloji ürünü olan ” akıllı kalem” bekçi kontrol aletleri kullandırılmıştır. </span></p>
<p><span style="font-size: small;">67. Bahçe aydınlatması güvenlik
gereğince ele alınarak artırılmış, ayrıca içerden konrollü spotlarla
da takviye edilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">68. Bekçilerin ve Güvenlik
Görevlilerinin özellikle silah eğitimleri aksatılmadan günü gününe
takip edilerek ve birçok kez bizzat beraber gidilerek yaptırılmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">69. Gişede oda ziyaretçileri için
bir kayıt defteri konulmuş, telefonla haber verilip mutabakat
sağlanmadan kesinlikle çalışma odalarına ziyaretçi gönderilmemiş,
ziyaretçilerin kimlikleri alınıp bir ziyaretçi defterine kaydedilerek
iç güvenlik önlemlerine özellikle dikkat edilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">70. Müzede gece-gündüz gündelik
nöbet tutanakları, yaklaşık 23 yıldan buyana uyguladığım ve kendime
göre geliştirdiğim oldukça kullanışlı ve pratik olan günlük sayfalar
haline getirilmiş ve yıl sonlarında ciltlenen standart formlar
oluşturulmuştur. Aynı şekilde, haftalık nöbet ve giriş-çıkış, oda ve
bina terk etme, depolara giriş-çıkış gibi işler için tutanaklar
Gaziantep Müzesine özel ve pratik kullanımlar içerir hale getirilmiş,
ayrıca bazı müzeci meslekdaşlarımızın isteği üzerine kendilerine de bu
konuda yardımcı olunmuştur.<br />
</span></p>
<p><strong><span style="font-size: small;"> E. Müzecilik Faaliyetleri :</span></strong></p>
<p><span style="font-size: small;">71. Atatürk büstünün alt kısmındaki
boş olan mermer kaideye, bronz döküm harflerle Atatürk’ün arkeologlar
için söylediği metin yazdırılarak Ulu Önderimizin arkeologlara verdiği
önemin ve bakış açısının, müze ziyaretçilerince ve özellikle de
müzelerden ve arkeolojiden habersiz günümüzün bazı ya da birçok üst
düzey bürokratlarınca haberdar olunması ve daha iyi anlaşılması
amaçlanmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">72. Türkiye müzelerinde ilk kez,
sikke depolamasında sikkelerin teker teker ölçüsü alınarak açılan
yuvalarda saklanması ve ahşap malzeme ile sağlıklı bir ortam
yaratılması temin edilmiştir. Sikkelere özel yuvalar açılması için özel
tezgahlar ve bıçaklar yapılması, çelik dolapların 20mm aralıklı
bölmelerle özel hale getirilmesi gibi bütün bu işlemler kendi
imkanlarımız ve personelimiz tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu
şekilde hazırlanmış bir çelik dolap içinde, ortalama 13 bin sikkenin
korunması mümkün olmuş, bu çelik dolaplara ayrıca ilave birer kuşak
kiliti daha takılmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">73. Müze ihtisas kütüphanesi,
konularına göre tarafımdan yeniden düzenlenerek ihtisas elemanlarının
araştırmacı öğrencilerin kolaylıkla kullanabileceği hale getirilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">74. Tüm İnterpol Çalıntı Eser
Bültenleri ciltlenerek bunların dağılıp gitmeleri önlenmiş, Türkiye
ile ilgili olanlar ayrı bir cilt yapılmıştır. Bu bültenlerin
birleştirilip bir araya getirilmesinin, dünyadaki bir çok müze
hakkında tanıtıcı bilgiler içermesinden dolayı müzecilerin bilgi ve
görgülerini artırmak gibi faydaları da olmuştur.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">75. Sonradan kapanan Yılmazer
Hastanesinden bir Sakat arabası temin edilmiş olup, sakatların da
müzeyi rahatça gezmelerini sağlamak üzere hazır bekletilmektedir ki, bu
hizmetin de başka bir müzede henüz görülmediği özellikle turizm
rehberlerince ifade edilmektedir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">76. Müze fotoğrafhanesi gerekli
malzeme ile takviye edilerek bu zamana kadar mevcut olmayan negatif
ve slayt arşivi tesis edilmiştir. Fotoğrafhanenin çalıştırılmasında
bekçi Mahmut Kocaoğlan’ın çok büyük emekleri geçmiştir. Yeni çekimlerin
yanısıra, sikkelerde geriye dönük olarak envanter için çekimlere
başlanmış iken, adı geçen bekçinin Kültür Müdürlüğünce başka göreve
atanmasından ve tüm muhalefetimize rağmen geri verilmemesinden dolayı
fotoğrafhane ve restorasyon-konservasyon işleri yarım kalmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">77. Müze laboratuarının eksik olan
mekanik ve kimyasal malzemesi temin edilerek çalışır duruma
getirilmiştir. Laboratuara giren ilk alet ise, 1989 yılında Oylum höyük
kazısı dönüşünde sayın eski Genel Müdürümüz sevgili dostum, arkadaşım
Prof. Dr. Engin ÖZGEN’e aldırdığımız yüksek devirli bir dişçi motoru
ile aksesuarı olmuştur.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">78. Geçen 10 yıl içinde Müze İhtisas kütüphanesine 502 adet kitap kazandırılmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">79. Geçen 10 yıl içinde Müzeye
17.000’den fazla arkeolojik, 400′ den fazla etnografik-nostaljik ve
9000 sikke olmak üzere toplam 26.000 civarında eser
kazandırılmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">80. Müze, çalışanlarının
teknolojiden azami derecede faydalanmalarını sağlamak üzere
televizyon, video, faks cihazı, 2 adet fotokopi cihazı, slayt
makinaları, elektronik terazi, tarayıcı, lazer-jet yazıcı, büro
hizmetleri için ayrıca iki adet elektrikli daktilo, buzdolapları gibi
alet edevat ile techiz edilmiştir. 4 adet bilgisayar ve internet
bağlantısı tesis edilmiş olup, elektronik posta adresi <a href="http://zeugma.ergec.com/httpdocs/muze27@marketweb.net.tr">muze27@marketweb.net.tr</a>‘ dir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">81. Bilgisayarlar, eser envanteri ve
kütüphane kayıt fişi programları ile donatılmış olup, dökümanı
yüklemek üzere çalışacak eleman beklemektedir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">82. Klima, ses düzeni, küçük bir
müzik seti, elektrik süpürgeleri, kaynak makinası, dekupaj,
fonksiyonlu matkap, spiral aleti, 3 tonluk bir mobil vinç ile 1.5
tonluk bir transpalet aleti gibi hizmete yönelik cihaz, araç ve
gereçler de zaman içinde ve gerektikçe temin edilerek müzeye
kazandırılmıştır.<br />
</span></p>
<p><strong><span style="font-size: small;">F. Kazı ve Arazi Çalışmaları :</span></strong></p>
<p><span style="font-size: small;">83. Geçen 10 yıl içinde Dülük
(Doliche antik kenti), Doliche Mitras tapınağı, Dülük Baba nekropol
alanı, Yesemek, Cıncıklı, Belkıs/Zeugma Roma Villası ve taban
mozaikleri, Zeugma antik kenti, Zeugma lejyon kampı, Yarımtepe höyük,
Birecik Barajı Eski Tunç Çağı Nekropolü, Tılbaşar Höyük, Karkamış baraj
alanında yapılan çalışmalardan Şaraga (Seraga) Höyük ve Gaziantep
Kalesinde yapılan acil kurtarma kazıları da dahil olmak üzere 36′ dan
fazla kazı yapılmış, bunlardan bazılarında Avusturalya, Fransız,
Alman, İngiliz, İsviçreli, Amerikalı ve Alman arkeoloji enstitüleri ve
arkeologlarla birlikte çalışılmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">84. Gaziantep ilinde yapılan
kazıları birkaç bölümde ele almak daha doğru olacaktır. İlin batı
kesimindeki Yesemek, Doliche, Dülükbaba nekropol alanı, Cıncıklı gibi
çalışma yerleri, barajlar bölgesindeki merkezler gibi aciliyeti
olmayan, fakat yerli-yabancı ziyaretçilerin daha çabuk ve kolay
ulaştıkları, Gaziantep turizminin ana merkezleri olmaları dolayısıyla
tahribatın daha hızlı yaşanacağı yerler olduğundan öncelikle buralarda
kazı, araştırma, belgeleme ve çevre düzenlemesi çalışmalarına
başlanmış ve turizm olgusunun ağır basması nedeniyle de özel bir önem
verilmiştir. Genellikle doğu kesimde, Fırat kıyısında inşaatı devam
eden barajlar nedeniyle kurtarma kazıları ön plana çıkmış ve çığ gibi
başlayıp fırtına gibi devam etmiştir. Bu meyanda Gaziantep Müzesi
olarak bir yıl içinde 11-12 kazı gerçekleştirmek durumunda kalınmıştır.
Fakat, bunların içinde Belkıs’ın özel bir yeri vardır. Çünkü,
yaklaşık 80-100 yıldan beri soyulan, gözden uzak bir köşede kalmış
olan Belkıs örenyerinde, Belkıs köylüleri ve çevre köyler kendilerine
kazı yerleri parsellemişler, birtakım parasal veya nüfuz gücüne sahip
kişi veya aileler bunların çıkardıkları eserleri uluslar arası
alıcılara nakletmek için organizasyonlar kurmuş, isteyenin istediğini
yaptığı ve sit alanını da tahrip ettiği, devletin pek uğramadığı bir
durum arzetmekteydi. Toprak üzerinde herhangibir kalıntı görülmemesi de
burada nelerin olduğuna dikkati çekememekteydi. Önce, 1992 yılında
bulduğumuz Roma Villası ve salonun tabanındaki çok güzel mozaikler
ile elde edilen bronzdan küçük buluntular, Belkıs’da nelerin mevcut
olduğunu ortaya koydu, tüm çevre köylerin ve Gaziantep’ deki kültürel
çevreler ile arkeoloji dünyasının dikkatlerini buraya çekti. Antika
mafyası ise, elden giden eserlere dövünüyor ve bunların bulunmasına
sebep olan bekçiyi tehdit ediyorlardı. Bu durumda, hem Belkıs’ta
bulunan eserlerin önemini vurgulamak, hem köylüye turizm zenginliğini
tanıtarak örenyerine sahip çıkmalarını sağlamak ve hem de Belkıs’ın
eserlerine ağzı sulanarak bakan antika mafyasına “burada devlet vardır”
“Müze devletin temsilcisidir” mesajını vermek gerekliydi. Bu
sebeple Belkıs’daki kazılara aralıksız devam edildi ve sonuçlar her
fırsatta meslekdaşlarımıza sunuldu ve bilimsel kamuoyuna duyuruldu,
ortaya çıkarılan mimarî kalıntıların restorasyonu yapıldı, mozaikler
yerinde teşhir edildi, isteyen okul, kurum, kuruluş ve dernek-kulüp
gibi sivil toplum örgütlerine ve kültür-turizm kuruluşlarına
gezilerinde rehberlik yapıldı, sayısız konferans ve dia gösterileri ile
Belkıs/Zeugma tanıtıldı, köylüyü müze tarafına çekmek için gençlerin
kurduğu futbol takımına top ve forma alındı ve üzerine bir Roma
kartalı ile “Belkıs-Zeugma Spor” ibaresi yazılı amblem taktırıldı.
Böylece, özellikle Birecik ve Karkamış barajları göl alanında kalan
arkeolojik yerleşme yerlerinde arkeolojik kazı ve çalışmak isteyen
yerli veya yabancı bütün herkese kucak açıldı, müzenin rutin
faaliyetlerini aksatmamak için mesai gün ve saatleri haricinde de
çalışmayı göze alarak neredeyse tüm uzman personel bu baraj kurtarma
kazılarında görevlendirildi. Bundaki düşüncemiz, bedensel
yorgunlukları dikkate dahi almadan, arkeolog ve müzeci olarak
mesleğimize olan saygımız ve sorumluluğumuz içinde elden geldiğince çok
eseri ve arkeolojik yerleşim yerlerini belgelemek ve yapabildiğimiz
kadarıyla bu türlü baraj faaliyetlerine arkeolojik ve kültürel
çalışmalar bitirilmeden başlanmaması gerektiğini vurgulamak idi. Bunda
ne kadar başarılı olduğumuzu bilemiyorum, ancak gücümün son
noktasına kadar bir şeyler yapabilmiş olduğumu bugünlerde sağlığımın
verdiği sinyallerden hissediyor, fakat bir arkeolog ve müzeci olarak
mesleki açıdan görevimi yapmış olmamdan dolayı müsterih olmamın
ferahlığını duyuyorum.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">85. Özellikle Belkıs örenyerinde
1992 yılında bulduğumuz bir Roma Villası ve Dionysos’un Düğünü’nü
tasvir eden taban mozaikleri, çok ilgi görmesi, taş ve kerpiç duvarlara,
kapalı yivli Geç Hellenistik benzeri sütunlara, fresklere sahip
mimarisi ile birlikte ortaya çıkmasından dolayı bütünlüğü bozmamak için
Gaziantep Valiliği’nin sağladığı imkanlarla üzeri kapatılarak bir
mekan içine alınmış ve halkımızın ziyaretine sunulmuştu. Müze olarak
birçok mozaiği kaldırmak veya restorasyonunu yapmak konusunda hiçbir
yardım almaya ihtiyacımız olmamasına, teknik bilgi ve ekipmana sahip
olmamıza rağmen, salon duvarlarına sıfır adeta yapışık olan ve
kompozisyon bütünlüğü problem teşkil eden Dionysos mozaiğini teknik
desteksiz, özellikle de İstanbul Merkez Laboratuarından yardım
almaksızın tahrip etmeden yerinden kaldırmamız mümkün değildi. Bu
konuda, ilgili çevrelerden yapılan telkin ve tavsiyelerin
değerlendirilmesi sonucunda, yukarıda anlatılan sebeplerden dolayı
mozaiğin yerinde korunması fikri daha ağır bastı. Zaten geçmekte olan
çalışma mevsimi dolayısıyla gelecek yılda ele almak üzere üzerinin
80-100 cm. kalınlıkta kum ile kapatılması düşünülmekte iken ICOM
teamülleri de dikkate alınarak restorasyonu yapılıp ilgili mercilere
duyurularak yerinde korundu ve teşhire açıldı. Mimarisi ile birlikte
insitu olarak yerinde yerinde koruduğumuz için de birçok övgüler aldık.
Mozaiğin başına bir şey gelmesinden ise asla korkmuyorduk, çünkü
restorasyon sırasında görmüştük ki mozaiğin alt kısmında olması
gereken harçlı blokaj yoktu ve yatak harcı doğrudan, o zamanlar ana
kaya zannettiğimiz çok sert bir blokaja oturmuştu. Bundan dolayı, uzun
ve kapsamlı ekip çalışmaları yapmadan ve tahrip edilmeden mozaiğin
yerinden kaldırılması mümkün değildi. Zaten mozaiği bulduğumuzda, bunun
bir kere denenmiş ve başarılamamış olduğu için terk edildiğini
görmüştük ki, bu bir nevi garanti gibiydi. Diğer taraftan da inşatı
devam eden müze ek binasında, bu mozaiğin konulacağı yer ve seyir
balkonları hazırlanıyordu. Ancak, 1998 14/15 Haziran’ında hain eller
10 figürlü mozaiğin 6 figürlü kısmını yani 2/3 ünü çaldılar. Böylece
antikacı mafya kendilerini küçük düşüren müzecilerden ve kendilerine
engel olan devletten intikamını almış oldu. Namusunu satmakla eşdeğer
olan bu aşağılık ve şerefsizce durumdan yardımcıları ve işbirlikçileri
utansın. 600m² yi aşan villa alanı ve ikinci bir villanın birkaç
odasının ortaya çıkarıldığı kazı yerinin Efes Yamaç Evleri gibi ele
alınarak bir çatı örtüsü altında tüm bölümleri ile sergilenmesi
fikrimiz de böylece suya düştü, geriye kalan mozaiklerin tamamı müzeye
kaldırıldı ve villa metruk hale geldi. Ancak gene de, kendi
imkanlarımızla villa duvarlarının kerpiç üst yapıları onarılıp
sağlamlaştırılarak tahrip olması önlenmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">86. Belkıs örenyerinden yüzyılımızın
başından beri kaçırılan eserlerin yurt içi ve yurt dışındaki
müzelerde görüldüğü kadarıyla ve kaçakçı artığı bazı parçalardan,
ayrıca kazılarda bizim bulduğumuz eserlerin incelenmesinden burasının
çok zengin buluntu veren bir antik kent olduğu anlaşılmaktaydı. Ancak
bu hususu yerli bilim adamlarımıza anlatamadık, onlar hep Akdeniz
ve Ege’nin uygarlıklarını seçtiler. Sadece Fransız Nantes
Üniversitesinden bir ekip bazı çalışmalarımıza katıldı. Barajın
gündeme gelmesi ile başlayan süreç ve zamana karşı yarışta Müze
Dostları Derneği, Şahinbey Lions Klüp, Arsan Seyahat Acentası,Gaziantep
Vakıf Koleji gibi kuruluşların başlattığı destek kampanyaları bir
nebze ilgi uyandırdıysa da Gaziantep gibi bir sanayi şehrindeki
holdinglerin, büyük şirketlerin ve firmaların dikkatini çekmek mümkün
olamadı. Vakıf Koleji 1. sınıf öğrencilerinin kendi aralarında
topladıkları 54 milyon 700 bin TL.’den daha büyük herhangi bir parasal
yardım alamadık. Belkıs’ın zenginliği ve kısa zamanda su altında
kalacak olmasından dolayı burada acil ve etkin geniş kapsamlı
çalışmaların başlatılması gereğini pek çok platformda anlatmamıza,
broşürler, kitap ayıraçları, resimli anahtarlıklar gibi yardımcı
malzeme ile çevreye duyurmamıza rağmen yeterli parasal ve bilimsel
desteği ve ilgiyi bulamadık.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">87. Gerek 1992 yılında bulunan
Dionysos mozaiği, gerek sonraki yıllarda bulduğumuz küçük panolar
halindeki mozaikler (ki, bir tanesinin kaçırılmış parçalarının ABD’ de
Houston kenti müzesinde Menil Collection’da bulunduğunu tesbit
etmiştik) ve gerekse 1998 kışında çıkardığımız Akratos Mozaiği ile 1999
yaz aylarında çıkardığımız Okeanos mozaikleri, 1999 güz döneminde
bulunan yeni bir villadaki Dionysos ve Daidalos mozaikleri ile
bitişiğindeki başka bir villada bulunan Troia Savaşını konu alan
mozaikler Belkıs/Zeugma’ daki zenginliği ortaya koymakta ve Antakya
mozaiklerine adeta kafa tutmaktadır. Eminim ki, su altında kalacak
olan bölümde en az 40-50 villa daha bulunmaktadır ve bunlardaki taban
mozaikleri ile özellikle bronz küçük buluntular yeni bir müze açmaya
yetecek potansiyele sahiptir. Bu konudaki hemen bütün yazılarımda,
“burası bir devrin battığı yer olacaktır”, “acele etmeliyiz
Belkıs’ın etekleri ıslanmaya başladı” ve “neden modern tesislerin
bedelini kültür varlıklarımızla ödemek zorunda kalıyoruz ?” gibi
sloganlar üretip dikkat çekmeye çalıştıysam da fazlaca bir etkisi
olamadı. Ancak Birecik A.Ş. ve Philip Holzman-Gama-Strabag inşaaat
ortaklığı son iki yılda maddî ve aynî yardım yaptı, kış aylarında
devam eden Akratos Mozaiğinin kaldırma çalışmaları, mozaiğin yatak
harcının blokaja değil fakat ana kaya üzerine oturmuş olmasından dolayı
çok zorlukla yürüyordu. Bu çalışmaların yarım kalmaması için Kültür
Bakanlığı DÖSİM Müdürlüğü, Sayın Bakan İstemihan TALAY’ın talimatıyla
parasal katkıda bulundu, Gaziantep Valisi Sayın Muammer Güler ise İl
Özel İdaresinden eksik kalan her çalışmayı parasal olarak takviye
etti. Bu suretle Akratos Mozaiği, önce 10 cm enindeki (L) kesitli
demirlerle çerçeve içine alındıktan sonra, 6 noktadan kaya içine
çakılan demir ayaklara kaynak yapıp, alttaki ana kayayı kompresörlerle
oymak suretiyle mozaik askıya alındı, alt ve üst kısımları ise
tutkallı çift kat bezden sonra, arası stroporlu ahşap ambalaj
panolarıyla kaplandı ve üzeri gene (U) kesitli demir ve lama sargılarla
kaynaklandı. Bu şekilde biraz garip ama çok sağlam bir ambalajlama ile
tek parçada 6.5 m² ebadında bir mozaik pano kaldırılarak Müzeye
taşındı. Yağmurlu kış mevsimine ilaveten Fırat kenarındaki yüksek nem
sebebiyle üzeri branda bir çadırla örtülen mozaiklerde bir türlü
kurumayan yapıştırıcılar ve bezler, 24 saat çalışan bir jeneratörün
ürettiği enerji ile gene 24 saat kullanılan 5000 Watt’lık spotlar
altında kurutuldu. Pek kolay tahmin edileceği gibi bir müze için hayal
bile edilemeyecek olan bu araç-gereçler;
jeneratör-kompresör-hilti-projektörler-brandalı pergoleler, kaldırma
vinci ile müzeye taşıma için özel vinçi araçlar ve müze binasına
indirme için de özel hidrolik boom’lu aletler, hep Birecik Barajı
şirketince teknisyenleri ile birlikte karşılandı, bu vesileyle şantiye
müdürü sayın Nurettin Demir’e ve onun nezdinde baraj şirketi ile Türk
ve Alman teknik personele teşekkürlerimizi sunarız. Bu çalışmalarda,
büyük bir beceri ve sorumluluk sahibi Belkıs bekçisi Nusret Özdemir de
gerek mozaiklerin kaldırılmasında ve gerekse müzede teşhire
hazırlanmasında görülmemiş bir gayret ve özveri ile çalıştı. Son anda
da olsa bu yardımların sağlanması Gaziantep Müzesine çok değerli
kültür varlıkları kazandırırken Belkıs/Zeugma’nın zenginliğini bir defa
daha ortaya koydu. Bu örneklerin ışığında, kurtaramadığımız daha
neler neleri baraj sularına kurban verdiğimiz hakkında da kamuoyunun
her kesiminin bilgilenmiş olmasını diliyor, bundan böyle kültür
varlıkları için daha erken harekete geçilmesini, Belkıs/Zeugma
örneğinin, bundan sonraki baraj ve benzeri tesislerde bu işin ilk
çalışmalarını başlatanlara ders olmasını ümit etmek istiyorum.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">88. Gene Zeugma’daki çalışmalar
sırasında bulunan devlet arşivinde ele geçen 60 binin üzerindeki bulla
(mühür baskısı), sayısal olarak bir dünya rekoru olup, Zeugma’nın
zenginlik ve önemini ifade eden bir başka vurgudur. M. Önal da,
Belkıs kazı çalışmalarına paralel olarak büyük bir özveri ile, kış
aylarında Fırat’ın soğuğuna rağmen romatizma olmayı göze alarak
buradaki çalışmaları inatla sürdürdü.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">89. Bir başka önemli çalışma da,
Birecik Barajı şantiye alanı içinde bulunan Eski Tunç Çağı mezarlığı
idi. Kil yatağı alanı içinde kalan nekropolde, baraj tabanına serilecek
kili almak üzere çalışan iş makinalarının önünden kurtarılan 312 adet
mezar, K.Sertok’ un çok büyük gayreti ve özverili çalışması sonucunda
açılmış, mezar mimarisi, ölü gömme adetleri, mezar hediyeleri, bronzlar
ve keramikler hakkında, bugüne kadar bilinenlerin yeniden gözden
geçirilmesine neden olacak ölçüde çok önemli bilgiler vermiştir. Kazı
alanında, bir kısmı üst kapakları belirmiş haldeki mezarlardan
oluşan ve üstteki toprak dolgusu alınmış, bir kısmı da orijinal yüzey
toprağı ile birlikte korunmuş, toplam 30-40 adet mezar içediği tahmin
edilen bir alan, bu konuda daha detaylı ve arkeometrik metotlarla
çalışma yapmak isteyebilecek bilim adamlarına, çalışabilmeleri için
bırakılmış ve korunmuştur.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">90. 7 yıl süren Fırat kıyısındaki
çalışmalarımız esnasında çok önemli bir olguyu, Fırat’ı keşfettim.
Bütün Gaziantep’in sırtını döndüğü bu koca su kütlesi durmaksızın
akıyordu. Onun insanı içine çekecekmiş gibi akışını izlerken de geçmişi
düşünmemek elde değildi. Şu anda, G. Algaze’ nin tesbitine göre 80′ den
fazla arkeolojik yerleşim Birecik ve Karkamış Barajlarının göl suları
altında kalmakta ve Alt Paleolitik’ten Cumhuriyet’e hatta günümüze
kadar geçen döneme ait yüzlerce kültür varlığı yok olmaktadır. Fırat’ın
hızla akan sularına bakarken, bütün bu geçmiş binlerce yılda yeşermiş
kültürlerin, uygarlıkların, hep Fırat böyle hızla aktığı için oluştuğu
hissi insana adeta vahyolunuyor. Burada insan adeta, koca suyun
kenarında yaşamış onlarca millet ve medeniyeti yaratan binlerce,
milyonlarca ruhun “sizin yaptığınız nedir?” diyen çırpınışını ve
haykırışını duyar gibi oluyor. Ve, Keban’dan başlayan barajlar
dizisinde, birinin etek suyunda beliriveren bir ikincisi dolayısıyla
yaşlı, fakat dinç Fırat’ın artık akamayacak olduğunu anladığımda içimi,
içime sığamayan bir korku kapladı. Fırat’ın akamaması ne demekti?
Bazılarının dediği gibi oluşan baraj gölleri ile Güney-Doğunun
gerdanlığı mı, yoksa daha başkalarının dediği gibi 100-150 yıl sonra
akamayan suların oluşturacağı koskoca bir bataklığın getireceği çevre
felaketi sonunun başlangıcı mı? Belkıs’daki Roma villasının taşları
üzerine oturup elimdeki keramik parçasının toprağını başparmağımla
sıyırırken bunların hiçbiri beni ilgilendirmiyor. Ben şimdi sadece,
Fırat gibi neredeyse dünyamızla yaşıt olan geçmişe sahip bir devin
dizginlenişi, adeta aslanın çakala boyun eğişi karşısında duygularımı
yokluyorum. Özellikle de son üç-dört yıldan beri kıyısında gezindiğim
her defasında da, göz yaşlarım irademe isyan ederek Fırat’a inat
akmaya zorluyor. Koca bir devin yıkılışına şahit olurken metin durmak
her babayiğitin harcı değilmiş. Şimdi herhalde nükleer santralların
gündeme gelmesini en çok ben istiyorum. Fırat tutkusu bambaşka bir
duygu imiş!</span></p>
<p><span style="font-size: small;">91. Dülük antik kenti ile Jupiter
Dolichenus tapınağının yer aldığı Dülük Baba tepesindeki nekropol
alanlarında yapılan kazılarla da 40’a yakın mezar odası açılıp
temizlenerek halkın ziyaretine sunulmuştur. Ayrıca, 1993 yılından beri
Dülük Baba orman alanı içindeki mesire yerinde bulunan 17 mezar
odasının oluşturduğu alanın düzenlenerek bir arkeoloji parkı haline
getirilmesi için verdiğim fakat ilgi görmediği için başarılı
olamadığım mücadele, nihayet Sayın Valimiz Muammer GÜLER’in konuya
sıcak yaklaşması ve İl Özel İdaresinden kaynak sağlaması ile
uygulamaya konulmuş, yaptırılan projenin Koruma Kurulunca onaylanması
üzerine çalışmalara başlanmış olup devam etmektedir, bittiğinde ise
Ülkemizin ilk arkeoloji parkı olacaktır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">92. Halen dünyanın tek açık hava
heykel atölyesi olan Yesemek’de ise, benden önceki müze müdürü,
sevgili meslekdaşım ve dostum İlhan TEMİZSOY’un başlatmış olduğu
kazı-temizlik-çevre düzenlemesi çalışmaları ilk yıllarda kendisinin de
katılımı ile sürdürülmüş ve Yesemek bir açık hava müzesi haline
getirilmiştir. Yesemek, özellikle normal tur yapan Alman
turistlerle, her yıl örenyerleri ve bilhassa Alman arkeolog ve
araştırmacıların çalışmış olduğu yerleri ziyaret eden tarih ve
arkeolojiye meraklı öğretmenler ve bu amaçla faaliyet gösteren bir
kulüb üyelerinin periodik ziyaretler yaptıkları bir yerdi. Müzecilik
açısından bakıldığında da Gaziantep Müzesinin bir nevi vitriniydi.
Turizm Bakanlığının ve İl Özel İdare Müdürlüğünün sağladığı imkanlarla
alt yapı çalışmaları için plankote yaptırılmış ve doğal kayalıkların
yüzeyindeki uygun yerlere oturma basamaklarıyla bir seyir yeri
yapılması ve gösteri platformu ile otopark, tuvaletler,büfe gibi
ziyaretçiye hizmet edecek tesislerin projesi hazırlatılmaktadır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">93. Bunların dışında Gaziantep ili
içindeki bazı kaçak kazılar ve çeşitli kurumlar tarafından
gerçekleştirilen fiziki çalışmalar sırasında bulunmuş alanlara da
müdahale edilerek genellikle mozaikler ve mezar odaları gibi konularda
birçok kurtarma kazıları yapılmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">94. Gene Gaziantep ili (önceden
birlikte olmasına rağmen il olarak ayrıldıktan sonra da Kilis
Gaziantep Müzesinin çalışma alanı içindedir) içindeki taşınmaz kültür
varlıklarının tesbit ve tescil çalışmaları sürdürülmüş, 224 adet sivil
ve arkeolojik taşınmaz kültür varlığının işlemleri
gerçekleştirilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">95. Tescili yapılan höyük, örenyeri
ve tek yapılar gibi özellikle kırsal kesimde bulunan taşınmaz kültür
varlıkları, Ülkemiz müzelerinde ilk kez yapılan bir uygulama ile 1994
yılında ve takip eden ilk seçimlerden sonra tüm köy muhtarlarına ve en
az iki azaya, kendi sınırları içindeki tescilli veya tesbitli taşınmaz
kültür varlıkları valilik emri ekindeki bir zimmet tutanağı ile
tarafımdan zimmetlendi. Dolayısıyla, herhangi bir olumsuz durumda ilk
müdahalenin muhtar veya azalar tarafından yapılması sağlandı ve
ihbarlarda çok faydası görüldü. En etkili durum da, kaçak kazı veya
sürüm yapanları gördüğü halde müdahale etmeyen birkaç muhtarın hüküm
giyerek hapse girmeleriyle diğerlerine ibret teşkil etmesi oldu.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">96. Zamanın Anıtlar ve Müzeler Genel
Müdürü Prof. Dr. Engin ÖZGEN ve ozamanki turizm bakanı sayın
Abdülkadir ATEŞ’in şahsi girişim ve gayretleriyle, Türsab (Türkiye
Seyahat Acentaları Birliği) tarafından satın alınıp bir müzeye hediye
edilecek olan Renault 12-Toros marka binek tipi bir otonun Gaziantep
Müzesine tahsis edilmesi temin edilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">97. Aynı şekilde İl Tarım
Müdürlüğünce yeni arazi arabaları geldiği için satılmak üzere Millî
Emlâk Müdürlüğüne gönderilmek üzere ayrılmış olan bir arazi arabası
(Fargo pikap) da bu Müdürlükten emaneten alınmış tamamen elden
geçirilerek onarılmış olup, Müzenin özellikle eser taşıma işlerinde
büyük hizmetler görmektedir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;"><br />
<strong>G. Tanıtım Çalışmaları :</strong></span></p>
<p><span style="font-size: small;">98. 1990 yılında, Gaziantep Müzesine
bir amblem yapmak istedim ve fazla düşünmeye gerek kalmadan
“Karkamış Savaş Arabası” kabartmasını seçtim. Bunun sebebi de,
Gaziantep kökenli olan “Karkamış Buluntularını” gündemde tutarak, bir
gün ait oldukları topraklara yani Gaziantep’e geri gelmelerini
sağlamaktı. Aslında, dünya literatürüne hep Anadolu Medeniyetleri
Müzesi ile birlikte girmiş olduğundan ve bir nevi millî müze
niteliğindeki bir başkent müzesinden orijinal malzemenin geriye
alınmasından pek ümitli olmamakla beraber, fiberglas kopyalarının
alınması mümkündü. Bu kopyalar alınabilirse hem Gaziantep Müzesinde
sergilenebilecek, hem de birer suretinin o sıralarda mayından
temizlenerek turizme açılmasının konuşulduğu Karkamışdaki orijinal
yerlerine konulabilecekti. Bu düşüncenin bir ön görüş haline
getirilerek gündemde tutulması için Karkamış Savaş Arabası amblemi bir
çok yerde kullanılmış, müzenin yurt içi ve yurt dışında da tanıtımı
için bu amblemden bir posta damgası yaptırılarak kartpostal-mektup gibi
gönderilerde uygulanmıştır. Ayrıca Müzenin resmi binek otosunun ön
kapılarına da büyük boyda bir amblem konulmuş, böylece hem müzenin
tanıtımı yapılmış ve hem de resmi otonun amaç dışı kullanılmasında
caydırıcı olmuştur. Ancak amblemimiz tanınıncaya kadar bir süre,
belediye zabıta memurlarının selamlarını almak durumunda kaldık.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">99. Müze binasının ön kısmına bir
Posta kutusu konularak pul satışı yapılmış ve Karkamış Savaş Arabası
amblemli müzenin posta damgası kullanılmıştır. Böylece, hem dışardan
gelen yerli-yabancı ziyaretçilerin kendi yakınlarına haber
ulaştırması ve müzenin tanıtımının yapılması sağlanmış ve hem de pul
almak ve mektup/kart göndermek isteyenlerin bu vesileyle Müzeye
yaklaşmaları temin edilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">100. Aslında hakkıyla ve gerektiği
gibi kutlanamayan müzeler haftası dolayısıyla bu alanda eksikliği
hissedilen bilgilerin toplandığı “Müzeler ve Müzecilik” adında bir
kitapçık ile özellikle üst düzey yönetici ve idarecilere hitap etmek
üzere, fakat 7’den 70’e tüm halkımızı hedefleyen “Müze Nedir?” isimli,
müzenin yasal, bilimsel ve kurumsal bütün görevlerini belirten bir
broşür, tarafımdan hazırlanmış ve ARSAN Turizm ve Seyahat Acentası’nın
finansörlüğünde bastırılmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">101. Müze Nedir? isimli broşürün çok
istek alması üzerine 1999 yılı başlarında, Gaziantep İl Özel İdare
Müdürlüğünün katkılarıyla yeniden ve büyük boy poster olarak
hazırlanmış ve Ülkemizdeki tüm müzeler ile il içindeki okullara
dağıtılmıştır (sonradan öğrendiğime göre bu küçük broşür, içeriği
itibarıyla Trakya Üniversitesi Arkeoloji bölümünde Müzecilik
derslerinde ders kitabı olarak okutulmaya başlamış).</span></p>
<p><span style="font-size: small;">102. Müze Dostları Derneği’ nin
faaliyetleri içinde olmak üzere ücretsiz dağıtılan küçük bir Müze
Rehberi tarafımdan hazırlanmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">103. Gaziantep İl Özel İdare
Müdürlüğünün parasal katkıları ile İl Turizm Müdürlüğü ile birlike
“Etnografya Müzesi”ve”Arkeoloji Müzesi”nin çok renkli birer broşürü
hazırlanmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">104. Gaziantep’de konakladıkları
bilindiği halde müzeyi çok az sayıda yabancının ziyaret etttiği
saptandığından yıldızlı otellere Gaziantep Müzelerini tanıtan
panolar hazırlanıp konularak konuklar bilgilendirilmiş ve ziyaretçi
açısından bunun faydası da görülmüştür.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">105. Müze girişindeki önceleri
jetonlu olan telefon kartlı sisteme çevrilerek ziyaretçilerin
ihtiyacına cevap vermesi sağlanmış ve telefon etme bahanesi ile de olsa
insanların, özellikle de ögrencilerin müzeye yaklaşmaları temin
edilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">106. Eski eserlerin yurt dışına
çıkarılmasının yasak olduğuna dair beş lisanda (Türkçe, İngilizce,
Fransızca, Almanca, İtalyanca ve Arapça) bir afiş yaptırılarak
oteller, havaalanı, otogar, tren garı ve hudut kapılarına asılmış ve
ayrıca tüm Türkiye müzelerine de örnek olarak birer tane
gönderilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">107. Müzedeki eserlerin ve
örenyerlerinin 16 çeşit kartpostalı yaptırılarak Gaziantep ve
müzenin tanıtımı için ziyaretçilere sunulmuştur.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">108. Müze Dostları Derneği ile
birçok defalar slayt gösterileri, konferanslar, ödüllü yarışmalar,
anma günleri, bizzat yaşayanların ağzından sohbetler ve geziler gibi
kültür faaliyetleri düzenlenmiş ve “Kültür Dostları” adı altında
oldukça geniş duyarlı bir çevre oluşturulmuştur.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">1998 yılı Müzeler Haftası dolayısıyla
ilk kez Milli Eğitim Müdürlüğü ile işbirliği yapılarak ilköğretim ve
lise öğrencileri arasında Cumhuriyet Altını ödüllü “Eski Eserler” ve
“Müzeler” konulu resim ve kompozisyon yarışmaları düzenlendi.
Anadolu Lisesi hazırlık sınıfı öğrencisi Emel Ekmekçi isimli bir
öğrencinin yazdığı “Nedir Müze” isimli kompozisyon beni tam anlamıyla
şoka soktu. İlk kez müzeciliğimden utandım. Çünkü ne ben, ne de başka
herhangi bir müzeci Müze’yi bu kadar güzel anlatamamıştık. Bu
öğrencinin annesine defalarca sordum “kim yardım etti ?” diye, fakat o
hanımefendi de bana ısrarla, tamamen kızının kendi düşünce ve ifadesi
olduğunu söyledi, ikna oldum. Gelecekte mutlaka kültür alanında bir
yerlere geleceğine inandığım bu kardeşime bütün kalbimle hayatta
başarılar dilerim. Bu yazıyı baştan sona bir defada okuyup bitirdiğimi
hatırlamıyorum, çünkü her okuyuşumda boğazıma düğümlenen birşeyler
nedeniyle birkaç kez ara vermek zorunda kalıyorum. Bu duyguları
başkalarıyla da paylaşmak istediğim için ekte veriyorum (Ek: 2).
Sanırım okuyunca siz de bana hak vereceksiniz.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">109. Müze Dostları Derneği ve
Gaziantep Valiliği İl Özel İdaresi’ nin katkıları ile Dülük köyündeki
antik Doliche kentinin ziyaretçilerce kolayça gezilebilmesi ve
tanınması için Türkçe ve İngilizce bilgi panoları yaptırılarak gezi
yolu üzerindeki yerlerine konulmuştur.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">110. Halkımıza, eski eser kavramı,
korumacılığı, önemi , müzenin fonksiyonu ve faaliyetleri, eski eser
kaçakçılığını ve kaçak kazıları önleme gibi mesajların ulaştırılması,
bunun bir defalık ve kısa süreli olmaması uzun süreli hatta yıl boyu
göz önünde kalması için bir takvim hazırlanmıştır. Tek parçalık bu
takvimde, özellikle eski eserlerle içiçe olan kırsal kesime hitap
edilerek, kültür varlığı sayılabilecek hemen her eserden örneklerin
fotoğrafları konulmuş ve bunları bulduklarında neler yapmaları
gerektiği, bunları antikacılara değil müzelere satmalarını, müzelerin
kendilerini “nereden buldun veya gerisi nerede?”gibi bir dönemlerde
sorulduğu anlaşılan anlamsız sorularla rahatsız etmeden eserleri satın
alıp bedelini ödediğini, bulduklarını korkmadan müzelere getirmelerinin
bir vatandaşlık görevi olduğu gibi bilgiler verilmiştir. Köy odalarına
ve köy kahvelerine asılmak üzere il içindeki bütün muhtarlıklara,
okullara ve Ülkemizdeki tüm müzelere dağıtılmıştır. İki yıl üstüste
hazırlanan bu takvimi ikinci yılında Arsan Seyahat Acentası finanse
etmiş, fakat sonraki yıllar artan maliyetler sebebiyle devam
edilememiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">111. Gaziantep Müzesi Derneği-Arsan
Seyahat Acentası-Şahinbey Lions Klüp’ ün ortaklaşa başlattıkları
Belkıs/Zeugma Kurtarma Kazılarına Destek Kampanyası çerçevesinde, bir
de kitap ayıracı hazırlanmıştır. Bunun ön yüzünde fotoğraflarla
kazı çalışmaları tanıtılmış, arka yüzünde ise Müzelerde korunan
eserlerin niteliği ve ait olduğu toplumlar hakkında bir mesaj verilmiş
ve yaklaşık 10.000 adet bastırılan bu kitap ayıraçları özellikle
öğrencilere olmak üzere halkımızın hemen her kesimine ve müze
ziyaretçilerine ücretsiz dağıtılmıştır. Kitap ayıraçlarındaki mesaj
çok ilgi çektiğinden, bunu da başkalarıyla paylaşmak için ekte
veriyorum (Ek:3)</span></p>
<p><span style="font-size: small;">112. Müze teşhir salonlarinin çıkış
kısmına bir anı ve izlenim defteri konularak hem Müzeyi ziyaret eden
şeref misafirleri hakkında bilgi edinmek ve hem de daha da önemlisi
ziyaretçilerin Müze hakkındaki izlenimlerini takip etmek mümkün
olmuştur ki bu defterde, PKK ile mücadele ederken yaralanmış
Mehmetçikten, spor yarışması için Ülkenin bir ucundan gelmiş ilkokul
ögrencisine ve eski-yeni siyasetçilerden yabancı ülke temsilcilerine,
meslekdaşım müzecilerden bilim adamlarına kadar değişik kültür ve
eğitim seviyesinden insanların izlenimlerini, duygu ve düşünceleri ile
kendilerince ileriye dönük olarak Müzede yapılması gerekli işlere ait
tavsiye ve dileklerini bu suretle ögrenmek imkanı doğmuştur. Fakat
ne hikmetse bu defterde ilaç için bile olsa bir tane kültür müdürünün
adına veya müzeyi ziyaret ettiğine dair bir anıya ya da ize rastlamak
mümkün olmamıştır. Bu anı defterini kendim için bir nevi mihenk taşı
yahut müzecilik alanında bir değerlendirme karnesi olarak kabul ettiğim
için, Gaziantep Müzesi hakkında yazılan iyi veya kötü tesbitler ve
gözlemler de benim için birer değerlendirme notu olduğundan çok çok
önemlidirler.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">113. Özellikle müze ziyaretlerinde
zorluklar yaşayan uzak okullardaki öğrencilerin müze ziyaretlerini
gerçekleştirmelerinde vasıta temin eden ve müzede tarafımızdan
hazırlanan didaktik ve pedegojik çalışma ve uygulama programının
gerçekleştirilmesinde araç-gereç sağlayan Şahinbey Lions Klübü ile
ortaklaşa bir proje yürütülmüş, öğrencilerin müzeyi ve arkeolojiyi
tanımaları için çalışmalar yapılmış, başarılı sonuçlar alınmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">114. Aynı şekilde benzer bir çalışma
Özel Güney Fırat Koleji ile de gerçekleştirilmiş, hem anaokulu ve hem
de lise öğrencileri ile önceden hazırlanmış olan bir program tatbik
edilerek müze-okul işbirliği çerçevesinde yapılan deneme
faaliyetlerinde, öğrencilerin müzeyi tanımaları ve gezip görerek
öğrenmeleri yolunda başarılı adımlar atılmıştır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">115. Bu arada, nakletmek zorunda
hissettiğim bir husus daha var ki, o da Gaziantep Müzesi uzman
personelinin akademik düzeyidir. Bence, tüm ülke müzelerindeki uzman
personel kendi müzelerine göre oranlanırsa, 6 personelinden iki
doktoralı ve üç masterli uzmanıyla Gaziantep Müzesi en başlarda yer
almaktadır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">116. En son olarak da, Türkiye
Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfının Türkiye çapında yapacağı bir
araştırma için pilot olarak seçilen 10 İlden birisi olan Gaziantep
adına İstanbul’daki toplantıya katılınmış ve Vakfın Gaziantep’de
yapacağı “Kent Tarihi-Yerel Tarih Araştırmaları-Kent Müzesi”
konularındaki toplantıya ev sahipliği ve organizatörlük yapmak üzere
Müze Dostları Derneği ile faaliyete geçilmiştir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;"> </span></p>
<p><span style="font-size: small;"> </span></p>
<p><span style="font-size: small;">Meslekte 29 yıl ve 17 ayı fahrî olmak
üzere Kültür Bakanlığında geçen 27 yıllık hizmetimi, son 10 yılı
Gaziantep Müzesi ve arkeolojisine hasredilmiş olmak üzere noktalamış
ve başka bir dünyada, Gaziantep Üniversitesinde akademik hayata
başlamış bulunuyorum. Belki, değil kültürü, eğitimi, hatta zekâ
derecesi bile tartışılabilecek bazı üst (!) yöneticilerin müze
düşmanlığı yerine müze dostluğu olsaydı bir süre daha, yeni ek binanın
inşaatının bitirilmesini, mevcut çok yetersiz etnografya müzesindeki
tahrip olmaya yüz tutmuş eserleri taşıyarak mozaik seksiyonları ile yeni
bir Gaziantep Kültürü Müzesi ortaya koyabilmek için bir süre daha
bekleyebilirdim. Ancak, bu olumsuz gergin ortam ve yoğun 10 yılın
yorgunluğunu sağlığım ve bedenim üzerinde de hissetmeye başladığımdan
üniversiteden yapılan teklif bana ilaç gibi geldi. Hücrelerime kadar
nüfuz etmiş arkeoloji ve müzecilik mefhumlarından kesinlikle sarf-ı
nazar edemeden, bu konulardaki her çalışmaya destek olmayı şimdiden
taahhüt ederek üniversitedeki akademik çalışmalarımı yürütmeye
başladım.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Müzelerin her zaman ve herşeyden önce
sıradan bir devlet dairesi değil, isminin kaynağı gibi bir bilimsel ve
akademik ortam olduğunu, müzecilerin üzerindeki malî sorumluluğun
bankacılarınkinden daha az olmadığını, Pazartesi günlerinde müzelerin
kapalı olduğunu, diğer resmi kurum ve kuruluşlar ile bunların
idarecilerinin ve özellikle ilgili bakanlığın çeşitli kademelerindeki
yöneticilerin de bilmesi gereklidir. En küçük ve basit müzeden,
büyük ve teşkilatlı olanlara kadar tüm müzelerde, birbirinin tıpatıp
aynı müzeden müzeye farklılık göstermeyen form haline getirilmiş
belgelerle formalitelerin bir askeri disiplin içinde uygulanması, bu
suretle müzeoloji ve güvenlik kurallarıyla müzeyi ve müzeciyi güvence
altına alan, eser zimmeti, korunması ve ayniyatının özel ayniyat
memurlarına verildiği, uzmanların sadece müzeoloji ve bilimsel
araştırma ile uğraştıkları, il idaresi kanununun dışında bir mevzuatla
idare edilen ve ziyaretçi ücretlerini ülke entegrasyonu ile kendi
kullanan özerk müzeleri her zaman özledim ve ideal müze olarak hayal
ettim. Gaziantep Müzesi olarak zaman zaman bu çizgiyi biraz da
Donkişot’ça yakalamış olmanın verdiği iç huzuru ile, yakın zaman içinde
genç meslekdaşlarımın da böyle bir çalışma ortamına yasal
düzenlemelerle kavuşmalarını diliyorum.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Bu vesileyle, tüm arkeolog ve müzeci
meslekdaşlarıma (kendilerini bilen bazıları hariç) ve arkadaşlarıma
çalışmalarında başarılar dilerim. Müzeciliğin geçmiş toplum ve
kültürlerden günümüze kalanları yorumlayarak halkımıza ve özellikle de
gelecek nesilllere bu bilgi ve belgeleri aktararak tanıtmak ve
eğitmek yönü, insanlığın hayatî çizgisi açısından bakıldığında kutsal
bir görevdir. Her ne kadar eseriyle başbaşa kaldığında müzeciler
adeta boyut değiştirir, bir sanal kapıdan geçerek doyumsuz bir keyifle
zamanda yolculuk yapar gibi olurlarsa da, icabında kendinden iki
gömlek aşağı kimselerin denetimine ve emrine girmek, yetersiz ve yerine
oturamamış teamüllerle ve bir türlü özelleşememiş ve güncelleşememiş
kurallarla yönetilmek, tamamen başka konular için hazırlanmış
yönetmeliklerin ve genel yasaların müzeciye uygulanmasından doğan
olumsuzluklara muhatap olmak, atama ve kontrol mekanizmasının nazarında
potansiyel suçlu gibi görülmek, en önemlisi de başına bir bela
geldiğinde teşkilatı tarafından yalnız bırakılmak gibi gerçeklerden
dolayı, müzeciliğin aynı zamanda ateşten bir gömlek ve resmiyette
nankör olduğunun da farkında olmaları gerekir. Bu bağlamda, genç
meslekdaşlarıma uğraşlarının ne kadar kutsal, mesleklerinin ne kadar
göksel ve onurlu olduğunu, ne bahasına olursa olsun mesleklerinden
taviz vermemelerini, çalışma hayatlarının bununla taçlanacağını ve bu
yolla başarıya ulaşabileceklerini bir defa daha hatırlatırım. Tüm
tanışlarıma, arkeoloji ve müze emekçilerine sevgi, saygı ve
selamlarımla.. 18 Mayıs 2000<br />
</span></p>
<p><strong><span style="font-size: small;">Ek: 1</span></strong></p>
<p><strong><span style="font-size: small;">BELKIS TUNÇ ÇAĞI NEKROPOLÜNDE BİR MEZARIN ÖYKÜSÜ</span></strong></p>
<p><span style="font-size: small;">Zaman Tunç Çağı, silahlar tunç.<br />
Bir tunç mızrak saplandı omuzuma,<br />
Savaşırken istilacı düşmanla.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Tüm halkım ağıtla karşıladı,<br />
At üstündeki sessiz bedenimi,<br />
Atımın yularına sarıldı babam haykırarak.<br />
Akrabalarım bağrıştı,<br />
Yarim bayılarak yere düştü.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Götürüldüm Teşup mabedine,<br />
Rahip kutsadı bedenimi.<br />
Çiçeklerle bezetildim,<br />
Kalbimin üstüne siyah bir gül koydu yarim,<br />
Fırat kıyısından kopardığı.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Ağıtlar, haykırışlar, dualarını keserken rahibin,<br />
Dört siyah atın çektiği kutsal arabayla,<br />
Taşındım, uzun uyuyanların yanına.<br />
Dört yanı blok taş dizili,<br />
Üzeri kapak taşlı uyku yerimi,</span></p>
<p><span style="font-size: small;">İki at karşılığında satın almıştı,<br />
Mezarıma iri bir meyveliği koyan babam.<br />
Sanki kalbinden, ciğerinden sökmüş gibi,<br />
Başucuma gözyaşı bezeli bir çömlek bıraktı annem.<br />
Meyvelikler, kaseler getirdi akrabalarım.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Yarim al boyalı testiyi koydu kalbimin üstüne,<br />
Gerdek gecesi birlikte şarap içtiğimiz.<br />
Beş bin yıl sonra,<br />
Beş nisan sabahı uyandım,<br />
Bir dozer canavarın kükremesiyle.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Dağıtıyordu bir bir parçalayarak,<br />
Toprak altındaki uyku odalarımızı.<br />
Kimseler duymadı feryatlarımızı,<br />
Aşsa da çığlıklarımız Fıratı.<br />
Ta ki, Kargamış savaş arabasından bildiğim,</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Ergeç, Sertok ve Önal gelene kadar.<br />
Onlar canavarı dizginleyip,<br />
Özenle kazdılar mezarlarımızı,<br />
Dağılmış parçalarımızı topladılar incitmeden.<br />
Çizimler, fotoğraflar, raporlar derken,</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Bizler şimdi misafıriz Gaziantep Müzesinde,<br />
Birer plastik torba içinde.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Mehmet Önal<br />
Gaziantep / 03.09.1997<br />
</span></p>
<p><strong><span style="font-size: small;">Ek: 2</span></strong></p>
<p><strong><span style="font-size: small;">NEDİR MÜZE ?</span></strong></p>
<p><span style="font-size: small;">Müzenın değerini bilmek için önce
müzenin ne olduğunu, faydalarını, bizim ona verdiğimiz zararları ve
bunları nasıl önleyeceğimizi bilmemiz gerek. Bunun için de öncelikle
“Nedir Müze ?” sorusunu sordum kendime.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Bir Aynadır Müze! İnsana
geçmişini, geçmişte yaptığı hataları gösteren, bunları düzeltmeyi
değil, ama bir daha yapmamayı anlatmaya yarayan bir ayna….</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Bir Zaman Tünelidir Müze! Milyonlarca
yıl önceye götüren marifetli bir tünel. İnsanoğlunun unuttuğu güzel
yeşili, nesli tükenen hayvanları gösteren, bize öğüt veren bir
tünel….</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Bir Sokak Çocuğudur Müze! Korunmuş
süsü verilen, ama aslında yalnızlığa terkedilen bir sokak çocuğu.
Onu korumaya çalışan bir avuç insanın desteğiyle yaşayan bir
çocuk.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Bir Denizdir Müze! Kirletilen,
balıkları ölen bir deniz. Maviliği olan eserleri çalınan, tıpkı
güzel yeşil gibi gitgide yokolan bir deniz.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Bir Güneştir Müze! İnsanoğlunu
aydınlatan, ama gitgide kara bulutlarla örtülen bir güneş.
İnsanlığın değerini bilmediği bir güneş.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Üç Boyutlu Bir Tablodur Müze!
Ancak dikkatli ve inanarak bakılınca içindeki güzellikleri görünen
bir tablo. İnanarak bakılmayınca da dümdüz bir kağıda yapılmıs
karışık renklere dönüşebilen bir tablo…</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Bir Bahçedir Müze! Rengarenk, misk
kokulu çicekler açan bir bahçe. Sonbaharda ise çiçeklerinin
güzelliğini gri bulutların örttüğü, taş binalar arasında
yeşilini korumaya çalışan masum bir bahçe…..</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Karşıdan Karşıya Geçmeye Çalışan
Bir Adamdır Müze! Her an trafik canavarına kurban olabilecek
bir adam. Yine de vazgeçmeyen, umutlu bir adam…</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Bir Gökkuşağıdır Müze! Yağmurdan
kalan son miras olan gökkuşağı. Taş binalar yüzünden yeni
neslin hiç göremeyeceği kayıp bir gökkkuşağı….</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Bir Ormandır Müze! Bir karış
arazi için gizli girilip ağaçları kesilen, yokolmaya yüz tutmuş
bir orman. İnsanların cahilliğine kurban olan bir orman….</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Bir Öğretmendir Müze! Öğrencilerine
hayat dersi vermek için doğmuş ve bu uğurda kendini feda
etmiş bir öğretmen. Tıpkı bizim öğretmenlerimiz gibi….</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Bir Saattır Müze! İleriye değil, geriye çalışan bir saat. İnsanoğlunun, geçmişini bulabileceği zamanı gösteren bir saat…</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Bir Buluttur Müze! Hava soğuyunca
damlalar halinde yere düşen ve gitgide yokolan bir bulut.
Bazı insanların menfaatleri için her bir parçası damla damla
ondan ayrılan bir bulut….</span></p>
<p><span style="font-size: small;">İnsanoğlunun sadece geçmişine
duyduğu merakı azaltmak için kurduğu bir yapı değil, bir
hazinedir müze! Genç- yaşlı, kadın-erkek, hepimizin koruması
gereken, atalarımızdan bize miras kalan, çok değerli bir hazine.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">T. Esin Ekmekçi<br />
Gaziantep Anadolu Lisesi, 6/A<br />
18 Mayıs 1998<br />
</span></p>
<p><strong><span style="font-size: small;">Ek: 3<br />
SAYIN ZİYARETÇİLERİMİZ</span></strong></p>
<p><span style="font-size: small;"> Bütün diğer arkeoloji (Eskinin
Bilimi) müzeleri gibi Gaziantep Müzesi de sizlere geçmişin aynası olma
görevini yerine getirmektedir. Burada sergilenen buluntuların pek çoğu
sanat eseri olmaktan çok, geçmiş toplumların günlük hayatlarında
yeme-içme, ibadet, av, savaş, zenaat ve benzer işler için kullandıkları
gelişigüzel eşyalardır.</span></p>
<p><span style="font-size: small;"> Bunların büyük çoğunluğu, yazının
olmadığı devirlerden kaldığı için, isimlerini bile bilmediğimiz
toplumların, tanımadığımız birtakım insanların gösteriş,hırs, kin,
ihtiras, tamah, güçlülük, savaş, kölelik, zulüm, herşeye rağmen
zenginlik arzusu, azgınlık, ahlaksızlık gibi çirkin nefsanî duyguları
ile sevgi, saygı, barış, iyi ve güzeli bulma, aile düzeni, ahlak, din
ve ibadetle ilgili faaliyetler gibi insancıl hisleriyle yoğurulmuş,
düşünce ve maddî dünyalarını yansıtan eşyalardır. Ticari kaygıların
henüz yaşanmadığı ve sadece ihtiyaç için üretilen zamanlardan bize
kadar gelen bu eşyalar, tamamen o insanların duygu ve düşünce dünyasının
ürünü olan kültürlerinden günümüze kadar orijinal olarak gelebilen
maddi kalıntılardır. Yüzlerce hatta binlerce seneyi kapsayan geçmiş
zaman; bir çok yenilikler, gelişmeler, dinler, savaşlar, sürgünler,
ölümler, barış, birbiri ardına gelen krallıklar, kutlama törenleri,
bayramlar, düğünler gibi bazan sevinçlerle ve bazan da acı ve
gözyaşlarıyla yaşamış insanların, rızalarının olup olmadığını dahi
bilemeden müzelerde seyrettiğimiz kültür varlıklarıyla temsil
edilmektedir.</span></p>
<p><span style="font-size: small;"> Bu sebeple, müzemizi gezerken, bir
anlamda geleceğinizi de görür gibi olacağınız, geçmiş yüzlerce yıl
içinde yaşamış milyonlarca insandan süzülmüş iyi ve kötü izleri taşıyan
kalıntılarla yüzyüze olduğunuzun bilinciyle, geçmişe ve geçmişlere
gösterilmesı gereken belirli bir saygıyı da unutmayarak,
izlediklerinizi anlamaya çalışarak, düşünerek fakat mutlaka kendinizle
kıyaslayarak ve ibret alarak gezmeniz gerektiğini gözden uzak
tutmayınız. Bu şuurla gezilmeyen bir müzede sadece vakit geçirilmiş
olacağının bilincine varmaya çalışınız.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Dikkatli ve tekrarlı müze ziyaretleri dileğiyle.</span></p>
<p><span style="font-size: small;">Dr. Rifat ERGEÇ<br />
Arkeolog<br />
Gaziantep Müze Müdürü<br />
</span></p>
<p><span style="font-size: small;"><a name="author"></a>* Yrd. Doç. Dr
Rifat ERGEÇ, Gaziantep Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı. , e-posta: ergecq@gmail.com</span></p><p> </p>Ahmet Gökalp ERGEÇhttp://www.blogger.com/profile/02734049072415775613noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-4253021960767544459.post-70159199034649903582020-10-30T20:45:00.003+03:002020-10-30T20:45:45.277+03:00Gaziantep’te Yeni Müzeler<h2 class="entry-title" style="text-align: left;">Gaziantep’te Yeni Müzeler</h2><p><strong>Gaziantep’de son dönemde bir Zeugma Müzesi veya bir
yeni müze kurulmasına ilişkin çok çeşitli kesimlerden ilgili ilgisiz
birçok kimsenin fikir beyan ettiğine şahit olunmaktadır. En azından,
bir arkeolog ve bir müze uzmanı olmak kâbilinden yardımcı olurum
ümidiyle bildiklerimi yazmak zorunluluğunu hissettim. Faydalı
olabilirsem mutlu olacağım</strong>.</p>
<p>Gaziantep’te üç müzeye ihtiyaç vardır,</p>
<p>1. Gaziantep Kent Kültürü Müzesi</p>
<p>2. İçinde Geç Hitit unsurlarının ağırlıklı olarak yer aldığı arkeoloji müzesi</p>
<p>3. Zeugma müzesi</p>
<p>Bunlar birbirinden bağımsız farklı yerlerde veya yanyana ayrı ayrı
binalar olabilecekleri gibi tek bir yapı veya yapı kompleksi içinde de
birimler halinde bulunabilirler. En ideali tek bir çatı altında
bulunmalarıdır. Çünkü hem planlama ve finans açısından mevzuat
zorlukları asgarîye iner, hem de idare ve özellikle güvenlik açısından
büyük kolaylık sağlar.</p>
<ul class="unIndentedList"><li> Gaziantep Kent Kültürü Müzesi, sadece Gaziantep kentini, mahalle
mahalle veya sokak sokak ele alarak günümüzde kaybolmuş veya kaybolmaya
yüz tutmuş her şeyi, giyim-kuşam, renkli sîmalar, dil özellikleri,
adetler, gelenekler, çocuk oyunları, ev işleri ve el işleri, mimarî,
esnaf ve zenaatler ile bunların meslek adetleri, hikâyeleri vb. konu
alan orijinal malzeme ile zenginleştirilmiş görsel ve eğitsel yanı çok
fazla olan bir müze olmalıdır. Böyle bir müze Türkiye’de henüz tam
anlamı ile mevcut değildir. Gaziantep’de yapılırsa ilk olacaktır.
Ancak, Toplumsal ve Ekonomik Tarih Vakfı’nın hazırlamakta olduğu
İstanbul (şehri) Müzesi, bitirildiğinde çok kapsamlı ve Avrupa çapında
bir müze olacaktır.</li></ul>
<ul class="unIndentedList"><li> Mevcut Arkeoloji Müzesi, sahip olduğu koleksiyonlarla Ülkemizin
sayılı müzeleri arasındadır. Ancak, onu daha önemli ve zengin kılacak
olan unsurlar, 20. yüzyılın başlarında Gaziantep topraklarında yer alan
Sakçagözü, Sam’al (Zincirli/Fevzipaşa) ve Karkamış’daki Hitit
saraylarından sökülerek götürülen Kabartmalı taş eserlerinin
(Orthostat) en azından 1/1 fiberglas kopyalarının, büyük çoğunluğunun
bulunduğu, İstanbul, Ankara Anadolu Medeniyetleri ve Adana
Müzeleri’nden getirilerek Gaziantep’deki Geç Hitit Müzesinde ya da
Arkeoloji Müzesi içindeki Geç Hitit Seksiyonundaki yerlerini
almalarıdır.</li></ul>
<ul class="unIndentedList"><li> Günümüzde, yürütülmüş olan sağlıksız ve kontrolsüz propaganda ile
medyadaki abartılı tanımlamalar yüzünden Zeugma’ nın adı, ait olduğu
antik şehirden daha büyük hale gelmiş, baraj sularına kaybedilen
bölümler sebebiyle de Belkıs Harabeleri izleyenin nazarında adeta daha
da küçülmüştür. Bu sebeple, Zeugma tanımlamasının içi boş, kof bir
kavramdan ibaret olmadığını ziyaretçilere göstermek ve turizme
kazandırmak için ayrı bir müze yapılması veya büyük bir müze
kompleksinin yeterince büyük bir kısmının Zeugma’ya ayrılması
gereklidir. Müstakil bir Zeugma Müzesi’nde en önemli yeri mozaikler
kaplayacağından ana hatlar bu hususlara göre planlanmalıdır.</li></ul>
<p align="center">YENİ BİR MÜZE BİNASINDA BULUNMASI GEREKLİ HUSUSLAR</p>
<p>İster yeni bir bina yapılıyorken, isterse eski bir müze binası
yenileniyorken tasarımdan başlayarak mutlaka mimar-arkeolog-müzeci
üçgeni kurulmalı ve uygulamanın sonuna kadar çözülmeden devam
ettirilmelidir. Teşhir çalışmalarında, müze didaktiği için
müzeologlar ve hatta psikologlar ve pedagoglardan da yardım
alınmalıdır.</p>
<p>1. Müzenin yer seçimi yapılırken, mecburiyetler gereği veya
imar plânına bağımlı olarak sıkışık yerlerden kaçınılmalı eğer böyle
bir yere mahkûm kalınıyorsa hiç başmamalıdır. Müze binaları için
kolay ulaşılabilecek yerler tercih edilirken yeterince geniş bir
yerleşime imkân verecek kadar müsait arsalar aranmalıdır.</p>
<p>2. Yeni bir müze plânlamasına başlarken, öncelikle <strong>“müze”</strong> kavramının ne ifade ettiği çok iyi özümsenmelidır. Müze’nin, öncelikle bir <strong>” bilim kurumu “</strong>, sonra yediden yetmişe eğitim veren bir <strong>“öğretim kurumu”</strong>
ve en son da hiyerarşik sıralamaya göre bir devlet dairesi olduğu
kabul ediliyorsa faaliyetler buna göre yürütülmelidir.</p>
<p>3. Eğer yeni bir bina yapılıyorsa yeterince geniş bir bahçe
içinde yer almalı, bahçenin etrafı bir kaç sıra yaprak dökmeyen
ağaçlarla çevrilmeli, böylece doğal güzelliğin yanısıra insana huzur
veren bir atmosfer yaratılmalı, bu şekilde müze binasının tozlardan
korunması sağlanmalı ve geniş çevreden dolayı adeta bir hastahane
bahçesi sessizliği temin edilmelidir.</p>
<p>4. Müze bahçesinde kesinlikle açık teşhir yapılmamalı, orijinal
eserler, “taşlara bir şey olmaz” mantığıyla açıkta bırakılmamalı ve
bunların yağmur-kar-soğuk-don-sıcak-toz gibi doğal etkenlerden ve
ülkemizde henüz yeterince bilinmediği için önem de verilmeyen, fakat
taş eserler için doğal şartlardan çok daha fazla zararlı olan egzoz
gazları-baca gazları-zehirli atıklar- asit yağmurları gibi giderek
artan olumsuz çevre etkenlerinden korunmalıdır. Bahçe tanzimi, son
derece seyrek ve gözü rahatsız etmeyen modern malzeme ile yapılmış
mulajlardan oluşan eğitsel düzenlemeler içerebilir.</p>
<p>5. Müze binasının güvenliği sebebiyle ziyaretçi ve personel
girişi için mutlaka tek bir kapısı olmalıdır. Depolar için de,
merkezî bir hole kadar kamyonet girişine izin verecek boyutta, fakat
iç bölmelerle doğrudan bağlantıları kesilmiş bir depo girişi
şarttır.</p>
<p>6. Müze binasının zemin seviyesi altında, müzecilikle ilgili
hiçbir birimi bulunmamalıdır. Ancak, ısı ve su tesisatı ile sığınak
amacına yönelik birimler olabilir. Müze Depoları mutlaka, yükseltilmiş
zemin seviyesi veya daha üst katlarda olmalıdır. Meselâ, büyük taş
eserler, mozaikler, büyük boy heykeller gibi ağır transpalet ve vinç
yardımına ihtiyaç duyulan eserler için giriş kat depoları, diğer küçük
eserler için üst kat depoları tesis edilmelidir. Depolarla salonlar
arasında eser nakli için yeterli kapasitede asansör, rampa ve taşıma
bantları gibi elemanlar en baştan düşünülmelidir.</p>
<p>7. Müze teşhir salonları, depolar ve idarî birimlerin,
birbiriyle bağlanıtılı fakat ayrı ayrı binalar halinde olması tercih
sebebidir.</p>
<p>8. Her türlü dış duvarlar çelik örgü takviyeli kalıp-beton
tekniğinde veya benzeri tekniklerde yapılmalı, duvarların iç ve dış
yüzeyleri inşaından sonra bir daha boya-badana gerektirmeyecek şekilde
traverten gibi taş levhalarla kaplanmalıdır.</p>
<p>9. Küçük ve kıymetli eserlerin muhafazası için üst katlarda en
az 6-8 m² alan genişliği olan çelikten bir kasa-oda yapılmalıdır.</p>
<p>10. Müze güvenliği için birçok yeni teknoloji ürünü sistem
bulunmaktaysa da, müzedeki gece bekçilerinin nöbet başladıktan sonra
dışarı ile ilişkilerini kesmek ve can güvenliği için, dıştan
fonksiyonlu radar sistemi tercih edilmektedir.</p>
<p>11. Müze girişleri oldukça geniş lobilere sahip olmalıdır.
Burada bilet gişesi, müze hatıra eşyalarının satıldığı standlar,
mutlaka uluslararası bağlantısı olan modern ankesörlü telefonlar,
aynı anda en az yirmişer kişinin kullanabileceği tuvaletler ile
Gaziantep hakkında genel bilgilerin, bölgeyi tanıtıcı haritaların vb.
yer aldığı dökümantasyon bölümü bulunmalı, burası içinde oturma
grupları da içeren yaklaşık elli kişinin ön bilgi alacağı kadar geniş
tutulmalıdır. Bu bölüm ayrıca plânlanıp bir geçit ile lobiye
bağlanabilir.</p>
<p>12. Müze içi düzenlemeyle ilgili olarak bölümlerin belirtilmesi
veya monotonluğun giderilmesi gibi sebeplerle zemini farklı kotlardan
oluşan bölümler yapılabilir. Bu gibi durumlarda merdivenler son
derece geniş yapılmalı, ve mutlaka sakat arabalarının geçebileceği
rampalar konulmalı, daha üst katlar için geniş sakat arabası
asansörleri veya özürlüler için tek kişilik merdiven asansörleri
düşünülmelidir.</p>
<p>13. Her halükârda tavan yükseklikleri ziyaretçileri sıkmayacak
ve ferah tutacak şekilde yüksek düşünülmelidir. Özellikle arkeoloji
müzeleri, geçmişe ait dönemleri yansıttığından bilhassa yaşlı
ziyaretçilerde ölümü çağrıştırmakta ve ürkütücü olabilmektedir.
Bu sebeple, genel teşhirin yapıldığı salonların aydınlık ve ferah
mekânlar olmasına dikkat edilmelidir. Detaylı teşhirler için ise
nokta aydınlatmasıyla vurgulama yapılan karartılmış salonlar
kullanılabilir.</p>
<p>14. Teşhir yapılan her türlü salonda, mutlaka bol miktarda tek tek
modüle edilmiş, dinlenmeye veya oturarak izlemeye imkân sağlayacak
oturma grupları bulunmalıdır. Ayrıca yine bütün salonlarda, meraklı
ziyaretçilerin, sanatçıların veya eğitim gören öğrencilerin
resim-eskiz-desen çalışması yapabilecekleri kadar boş alan
bırakılması unutulmamalıdır.</p>
<p>15. Müze teşhir salonları birbirlerine çok geniş açıklıklarla
bağlanmalı ve böylece merkezî kontrol sağlanmasına imkân verilmeli,
fakat bütün geçişler bir elektrik motoru ile çalışabilen (elektrik
olmadığında ve jeneratör de çalışmadığında elle çalıştırma imkânı
olmalıdır) çelik parmaklıklı kapılarla kapatılacak düzeneklere sahip
olmalıdır.</p>
<p>16. Müzedeki bütün ihtiyaca cevap verebilecek kapasitede bir
jeneratör bulunmalı, tüm salonlar, depolar, kapılar, elektronik
güvenlik sistemi ile donatılmalı, ayrıca otomatik ve manuel video kayıt
yapan kapalı devre sistemi ile kontrol altında tutulmalıdır..</p>
<p>17. Müze içi ziyaretçi trafiği çok iyi plânlanmalı, ziyaretçi
grupları birbirleriyle karşılaşmadan rahat bir gezi ortamı
bulmalıdırlar. Her teşhir salonundan kolaylıkla ulaşılabilecek
mesafede müze içinde birkaç ayrı bölümde yer alacak tuvaletler
düşünülmelidir.</p>
<p>18. İdarî bölüm, müze teşhir salonlarından mutlaka ayrı bir
bölüm olarak düşünülmelidir. Bu bölümde, idarî birimler
(müdür-müdür yardımcısı-bürolar-muhasebe-sekreter- vb.) uzman odaları,
envanter odaları, bilgisayar ve dökümantasyon odaları, kazı
ekiplerine tahsis edilmiş çalışma odaları, araştırmacı çalışma
odaları, laboratuar, fotoğraf laboratuarı, atelyeler, kütüphane,
malzeme depoları, elli kişilik seminer salonu ve iki yüz kişilik tam
donanımlı konferans salonu gibi birimler yer almalıdır. Konferans
salonunun ayrıca dışarıdan girişi olmalıdır.</p>
<p>19. Günümüzde hiçbir modern müze düşüncesinde, görmeden, ezberden
veya ısmarlama teşhir düzeni ve inşa plânı yapılmamaktadır. Gerek
mimarî plânlama ve gerekse teşhir plânlaması sırasında müze
uzmanlarının önerecekleri teşhir mizanseni üzerinde diğer
katılımcıların da fikir birliğine varmalarından sonra neyin nerede,
hangi amaçla ve kime hitaben sergileneceği, yani teşhir mantalitesi ve
kurgusu önceden tesbit edilmelidir.</p>
<p>20.Müze uzmanları, müzenin sahip olduğu koleksiyonlardaki eserlerin
bir teşhir düzenine elverecek miktardaki kısmını
zaman-bölge-uygarlık-cins ve nitelik gibi tasnifini yaptıktan sonra
diğer uzmanlarla birlikte teşhir kurgusunun ve sunumun ne şekilde
olacağına karar vermelidirler.</p>
<p>21. Teşhir plânı hazırlanırken, teşhirin tamamında kronolojik
düzenlemeden kaçınılmalı ve müze salonları ilkokullardaki tarih şeridi
görünümü vermemelidir. Bunun için eldeki eser durumu da dikkate
alınarak bazı teşhir sınıflamaları yapılabilir.</p>
<p>a. Tipolojik teşhir</p>
<p>Daha çok keramikler, cam eserler ve bronz eserde uygulanabilir.
Tüm dönemlere ait aynı tip eserler biçimlerinin mukayese edilmesi için
birlikte sergilenirler.</p>
<p>b. Birimsel teşhir.</p>
<p>Her biri bir kültür merkezi olma özelliği taşıyan yerler için genel
tanıtım amaçlı olarak uygulanabilir. Mesela Horum Höyük Eserleri veya
Tilmen Höyük Buluntuları gibi. Yahut da arkeolojik yerleşim
birimi taşınır-taşınmaz (plân-harita-maket vb.) tüm buluntularıyla
teşhir edilir.</p>
<p>c. İşlevsel Teşhir.</p>
<p>Eserlerin kullanım amaçlarına göre teşhirde birer grup
oluşturulabilir. Zeugma’nın Roma Dönemi Yemek Takımları, Hellenistik
Dönem Silahları, Roma Dönemi Tıp Aletleri, Hitit Dönemi Yazı Araçları
veya Bizans Aydınlatma Araçları gibi.</p>
<p>d. Sanatsal Teşhir.</p>
<p>Sanat tarafı ağır basan eserlerin bir arada ve sanat zevkini
tatmin etmek için müzeye gelen ziyaretçilere hitap etmek üzere teşhir
edilmesidir. Böylece, özellikle çocukların ve gençlerin sanat
kabiliyetlerinin uyanması ve gelişmesine de katkıda bulunulur (duvar
resimleri-vazo resimleri-portre heykelleri-büstler-ikonalar vb.).</p>
<p>e. Kronolojik Teşhir</p>
<p>Müzede bir salon da, genel kronolojik teşhire ayrılmalıdır. Müzede
bulunan eserler, genel kronoloji içindeki yerleri belirtilerek
teşhir edilmeli ve diğer kültürlerle olan ilişkisi öne çıkarılmalıdır.
Bunu temin için de gerekirse bol bol dökümanter yardımcı
materyal kullanılabilir.</p>
<p>f. Tamamlayıcı teşhir.</p>
<p>Yukarıda sayılan veya sonradan ortaya çıkabilecek tüm teşhir
biçimlerinde, konu anlatımını tamamlamak için mutlaka çeşitli dillerde
bilgi levhaları konulacaktır. Bunun yanısıra, dünyadaki bütün
insanların hatta okuma-yazma bilmeyenlerin dahî anlayabileceği ortak
ifade tarzı olan canlandırma vitrinleri tesis edilmeli ve bunlarda
maketler ve minyatür figürlerle teşhirdeki eserin nasıl yapıldığı
veya nasıl kullanıldığı gibi orijinal hikâyesi sunulmalı, böylece
ilgili ilgisiz her kesime hitap edilmelidir (meselâ, Yesemek taş
ocağından taşların çıkarılma, taşınma ve heykel olarak işlenme ve
sonrasındaki kullanımına ilişkin safhalarının doğal ortam içinde
figürlerle anlatılması gibi). Bu türlü bir anlatımın, o zamana kadar
sanatsal ve arkeolojik konulara uzak kalmış insanların dikkatini
çekebileceği unutulmamalıdır. Salonlarda, ziyaretçiyi aydınlatacak
audiovizyon ve elektronik bilgi terminalleri gibi enformasyon
malzemeleri bulunmalıdır</p>
<p>22. Her müze elinde bulundurduğu malzemesine, antik bölgesine,
tarihî özellikleri gibi etkenlere bağlı olarak, kendisini en iyi
ifade edecek şekilde yukarıdakilerden daha farklı teşhir biçimleri
bulmaya çalışmalıdır. Bunların tesbiti ise mutlaka müze uzmanlarına
bırakılmalıdır ve onların görüşleri doğrultusunda hareket edilmelidir.</p>
<p>23. Meselâ Zeugma Müzesi için, önce arkeologların nihaî raporları
beklenmeli ve buradaki mimarî çizimler esas alınarak tabanında mozaik
bulunmuş mekânların kullanım amacı ve orijinal işlevi tesbit
edildikten sonra, mimarîsi ile birlikte teşhir edilip edilmeyeceği
veya ne kadarının mimarîsi ile, ne kadarının duvarlarda pano tarzında
teşhir edileceğine karar verilmelidir. Bu meyanda, mimarî ile beraber
freskolar, kapı-pencere aksamı veya büyük eşyaların (ayaklı
şamdanlar, büyük şarap kapları, klineler vb.) da birlikte teşhir
edilip edilmeyeceklerine karar verilmelidir. Eğer mimarî ve orijinal
yapının planı daha öne çıkıyorsa ve bir seğirdim yerine imkân
veriyorsa, yükseltilmiş podyumlarla çevresinden dolaşılarak gezilme
şartları gözden geçirilmelidir. Yahut da, zemin mozaiğinin önemine
veya tasvir edilen konuya göre orijinal yapının bir kısmı, plânı
anlaşılacak şekilde duvarlar belirtildikten sonra yapılacak seyir
balkonları ile yukarıdan izlenme şartları oluşturulmalıdır. Bu
durumda, bu kabil bölümlerin yerleri müze plânında önceden
belirlenmeli ve doğal ışık altında seyiri esas olmak üzere
projelendirilmelidir. Bu durumda çatı örtüsü ile çatının biçimi
gün ışığına izin verecek şekilde tesis edilmelidir. Çatıda
kullanılacak cam tuğlalar veya benzeri şeffaf ya da yarı şeffaf
malzeme mutlaka, arası mesafeli ve çift kat yapılmalı, her iki
bölümün de zaman zaman temizliğinin yapılacağı düşünülmelidir.</p>
<p>24. Elektrik aksamı, sihhî tesisat, kapı ve pencereler,
havalandırma ve ısı sistemleri gibi tüm tesisat santralleri ve donanımı
ile bunların hatları, müze binaları kompleksi içinde en kolay
ulaşılabilecek ve müdahale edilebilecek şekilde plânlanmalı fakat
gözlerden çok iyi şekilde saklanmalıdır.</p>
<p>25. Müze salonları içinde kaliteli müzik yayını yapılması için
gerekli donanımlar plânlanmalıdır. Aynı şekilde bilgisayar
terminalleri, telefon santral sistemleri, tüm ilgili personelin
odalarına kapalı devre monitörleri gibi tesisat da plânlamaya dahil
edilmelidir.</p>
<p>26. Yukarıda sayılan hususlara daha birçok ayrıntı eklemek
mümkündür. Ancak bunlardan ana unsurları içeren bir kısmı yukarıda
verilmiş olmasına rağmen, bir kısmını da teşhir ve planlama esnasında
ortaya çıkacak durumlara göre saptamak gerekecektir ki, bu saptamalar
mutlaka müze uzmanları tarafından yapılmalıdır.</p>
<p>27. Yukarıda sayılan hususlardan bir tanesi dahi eksik olsa, yeni
müze binasına hiçbir surette taşınılmamalı veya böyle bir bina müze
olarak kullanılmamalıdır.</p>
<p>Müteşebbüslere şimdiden başarılar temennisiyle.</p>
<p>Yrd. Doç. Dr. Rifat ERGEÇ</p>
<p>Arkeolog-Müzeci</p><p> </p>Ahmet Gökalp ERGEÇhttp://www.blogger.com/profile/02734049072415775613noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-4253021960767544459.post-69723553449068671692020-10-30T20:43:00.004+03:002020-10-30T20:43:39.162+03:00Zeugma’nın Kronolojik Tarihi<h2 style="text-align: left;"> Zeugma’nın Kronolojik Tarihi</h2><p>Yrd. Doç. Dr. Rifat ERGEÇ (1)</p>
<p align="left">Ayıntap Dergisi Sayı: 4′ de yayınlanmıştır.</p>
<p>Gaziantep’in Nizip ilçesi sınırları içinde yer alan Belkıs köyü
yanındaki Zeugma antik kenti, çok uzun yıllardan beri bilinip
tanınmasına, Gaziantep Müzesi’nin 1992 yılından itibaren yaptığı
sistemli kazı, araştırma ve çalışmalarını duyurma gayretlerine rağmen
ne yurt içinden ne de Gaziantep ve yakın çevresinden kimselerin
ilgisini çekmemişti. Ne zaman ki, Birecik Barajı inşaatı tamamlandı
ve su tutma safhasına geldi, işte o zaman kendisine Türkiye’yi tenkit
etmek için bahane arayan yabancı dostlarımız (!), özellikle de medya
kuruluşları, Zeugma’yı bu amaçlarına alet ederek kullanmaya
başladılar. İnsanımızın aklı da bundan sonra başına geldi. Tarih,
arkeoloji, turizm olguları üzerine projeler, hibeler, kültürel
yardımlar, şirketler, ortaklıklar, sponsorluk teklifleri ile
dernekler, vakıflar ortaya çıktı, ekonomik anlamda tünelin ucundaki
ışık gibi, kurtuluş için adetâ can havliyle Zeugma’ya bir yapışıldı
ki bilmeyen miras kavgası zannedecek.</p>
<p>İşte şimdilerde Zeugma ile bu kadar çok kişi ve kuruluşun
ilgilenmeye başladığınden beridir, bunlar doğru dürüst bilgi edinmeye
fırsat dahî bulamadan kendilerini bu akışın içinde buldular. Tabii ki
bu ilgi ve sahiplenme sevindiricidir ama, keşke birileri dürtmeden
doğal süreci içinde gelişseydi de, sonuçları bakımından ve en azından
yeni projelere başlanırken zemin etüdü anlamında daha sağlam, daha
sağlıklı ve daha yerli temellere otursaydı.</p>
<p>Bu gün gelinen durum itibarıyla, Zeugma ile ilgilenecek kişi ve
kuruluşlara temelde yardımcı olmak, sempati duyanların merakını
gidermek için “<em>Zeugma Kronolojisi </em>” yeniden gözden geçirilmiş
ve tarih içinde Zeugma ile ilgili elde edilebilmiş bilgiler, Belkıs
köyünün kuruluşuna kadar bir demet halinde sunulmuştur. Zeugma’nın
kronolojik tarihçesi, önceden bilinen ve yeni bilgiler ışığında elde
edilen sonuçların bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Roma, İran,
Bizans ve İslâm tarihleri ile ilgili bilgilerin yanı sıra, IV.
(Scytica) Lejyonun Zeugma ve civarına yerleşmesi, yapılaşmalar,
buluntular ve kilise kayıtlarına bakılarak değerlendirme yapılmıştır
(2). Bu şekilde elde edilen ve önemli olayları belirten kronoloji
aşağıdadır. Zeugma’da yapılan bilimsel kazı ve araştırmaların
kronolojisi ise ayrıca ele alınmıştır (3).</p>
<p><strong>M.Ö.</strong> Ele geçen çakmak taşı aletler, Fırat
Vadisi’nde insanların buzul çağlarından itibaren yaşadığını, başka bir
deyişle günümüzden en az 700-600 bin yıl önce Fırat kıyılarında
yerleşilmiş olduğunu ortaya koymaktadır. İki kıyıda oturan insanların
birbirleri ile olan ilişkileri, avlanma ve ticaret anlamındaki
değiş-tokuş olgusu, özellikle Tunç Çağlarında (M.Ö. 3000-1200)
Mezopotamya ile Anadolu arasındaki çok yoğun ticaret sonucu gelişmiş
kervan yolları ağı gibi ulaşım ve iletişim olguları dolayısıyla Samsat
gibi Zeugma geçitlerinin de keşfedilerek kullanılmamış olması mümkün
değildir. Bu geçitlerin her iki kıyısında da, en azından yolcuların
ihtiyaçlarını karşılayacak dinlenme ve alışveriş için yerleşim
birimleri ile bunları koruyacak, hatta en yakın devlet teşkilâtının
güvenlik görevlilerinin gümrük ve vergi işlemleri için bulunmuş olması
ihtimali gözden uzak tutulmamalıdır.</p>
<p>E</p>
<p>300-299 Suriye’de hüküm süren Seleukos Devletinin
kurucusu ve Büyük İskender’in generallerinden birisi olan I. Seleukos
Nikator, Fırat Nehri’nin buradaki geçidini korumak ve kontrol altında
tutmak amacıyla batı sahildeki Geçit Yeri olarak tanımlanan yerleşim
yerini yeniden imar ettirmiş ve buraya kralın adı verilerek Fırat
Seleukeia’sı (<em>sonra Zeugma</em>) olarak anılmıştır. I. Seleukos Nikator, karşı kıyıya da Pers (<em>İran</em>) asıllı karısı Apama’nın adını verdiği Apameia adıyla anılan yeni bir şehir kurdurmuştur.</p>
<p>221 / 220 Seleukos kralı III. Antiokhos (<em>Büyük</em>), Pontus kralı II. Mithradates’in kızı Laodike ile Zeugma’daki Kral Kalesinde evlenmiştir.</p>
<p>69 Suriye’yi istila eden Ermenistan kralı I. Tigranes, geri çekilirken Seleukos Kralı VIII. Antiokhos<em> </em>Gryphos’un karısı kraliçe V. Kleopatra Selene’yi Zeugma’da idam ettirmiştir (<em>V
Kleopatra Selene, önce Mısır, sonra da Suriye/Seleukos kraliçesi
olmuş, yine bir kraliçe olan annesi III. Kleopatra’nın emriyle, önce
Mısır kralı olan erkek kardeşi IX. Ptolemaios Lathyros ile sonra da
Seleukos kralları VIII. Antiokhos Gryphos- IX. Antiokhos Kyzikenos ve
X. Antiokhos Eusebes ile evlenmişti</em> ).</p>
<p>65 / 64 Amisos’da (<em>Samsun</em>) yapılan hükümdarlar toplantısında, Kommagene Kralı I. Antiokhos’a 1. Triumvirlik (<em>üçlü yönetim</em>) ortaklarından “<em>Doğudan Sorumlu</em>” Roma Konsülü Pompeius tarafından Fırat Seleukeia’sı (<em>Zeugma</em>)
adıyla anılan şehir verildi ve I. Antiokhos muhtemelen bundan hemen
sonra, Zeugma şehir akropolüne kendisini kuvvet ilahı Herakles
ile tokalaşırken gösteren bir dexiosis reliefi (<em>kabartmalı taş</em>)
dikti. Propaganda amacıyla dikilen bu taş üzerindeki tasvir ile
halkına, Herakles ile aynı güçte ve mevkiide olduğu mesajını veriyordu.
Ülkesinin birçok yerine kendisini diğer tanrılarla da tokalaşırken
gösteren buna benzer kabartmalı taşlar diktirmiştir.</p>
<p>54 Kommagene kralı I. Antiokhos, Roma
Senatosu’ndan Zeugma bölgesinde bulunan, fakat yazılı belgelerde adı
geçmeyen bir şehirin kendisine verilmesini talep etti ise de, M.
Tullius Cicero senatodan bu konuda olumlu bir karar çıkmasına mani
olduğu için isteğini elde edemedi.</p>
<p>54 Roma imparatorluğunun doğusunda, İran’daki Part krallığına sefer açan 1. Triumvirlik (<em>üçlü yönetim</em>)
ortaklarından Roma Konsülü Crassus, büyük bir ordu ile geldiği
Zeugma’daki Fırat Geçidi’nden ilk defa geçerek İran seferine
çıktı.</p>
<p>53 Crassus, İran’daki Part
krallığına karşı başlattığı ve hedefinin Dicle Seleukeia’sı olduğu
yeni bir sefer için Zeugma Geçitlerinden Fırat’ı ikinci defa geçti,
fakat Karrhai (<em>Harran</em>) meydan savaşında öldürülünce
ordusundan kurtulabilenler Zeugma’ya kadar geri çekilerek buraya
sığındılar. Partlar, Roma ordusunun güç ve şeref sembolü sancaklarını
gaspederek başkentlerine götürdüler.</p>
<p>51 Part kralı Pakoros ve
Osakes emrindeki İran ordusu, Zeugma’daki geçitlerden Fırat Nehrini
aşarak batıya doğru istilaya başladılar, Suriye ve Kilikya (<em>Çukurova</em>) eyaletlerini zapt ettiler, yaklaşık 15 yıl kadar Suriye Bölgesine hakim oldular.</p>
<p>38 Fırat’ı geçmek üzere
Zeugma geçidine yaklaşan Pakoros emrindeki Part birlikleri Romalı
Komutan Ventidius’un bir savaş hilesiyle güneye doğru yönlendirildiler
ve böylece bir tehlike önlendi.</p>
<p>38 Kommagene Kralı I.
Antiokhos, bugünkü Reyhanlı yakınlarındaki Gindaros’da yapılan ve
Part kralı Pakoros’un da öldüğü meydan muharebesinden sonra kaçan Part
askerlerini Zeugma’ya kabul etti. Böylece Roma konsülü ve 2.
Triumvirliğin ortağı, imparatorluğun doğusundan sorumlu olan M.
Antonius ve yardımcısı Romalı komutan, Legat P. Ventidius’a Kommagene
krallığına savaş açmak için bir bahane vermiş oldu. Roma ordusu onu
başkenti Samosata’da (<em>Samsat</em>) kuşattı. Fakat kendini başarılı
bir şekilde savunan I. Antiokhos, diplomatik yolları da kullanarak
oldukça uygun barış şartları ile kuşatmanın kaldırılmasını sağladı.
Bu olay M. Antonius’un savaş hedeflerini gerçekleştirmesine sekte
vurmuştur, çünkü o, Part seferi için I. Antiokhos’dan yüksek bir savaş
tazminatı almayı düşünüyordu.</p>
<p>36 Mayıs M. Antonius, açacağı Part seferi için
yaklaşık 100 bin kişilik büyük bir orduyu Zeugma’da topladı ve savaş
hazırlığına başladı. Muhtemel bir barış için, Partlar’dan ön şart
olarak da Roma Ordusundan gaspedilen Sancakların geri verilmesini
ileri sürdü. Ancak, harekete geçtiğinde Fırat Geçitlerinin Partlar
tarafından tutulmuş olduğunu görerek, ordusunu kuzeye Ermenistan
üzerine yöneltti.</p>
<p>31 Zeugma, M.Ö. 65 / 64
yıllarında hakimiyetine girdiği Kommagene krallığından 33 yıl sonra
kesin olarak ayrıldı ve bu süre içinde sahip olduğu, Kommagene
Devletinde en önemli ikinci şehir olma konumunu kaybederek Roma
imparatorluğunun Suriye eyaletine dahil edildi.</p>
<p><strong>M.S.</strong><strong>.</strong></p>
<p>18 Roma ordusunun X.
Fretensis lejyonunun ordugahının yeri, günümüzde Kilis yakınlarındaki
Kyrrhos’dan kaldırılıp, Part krallığına doğrudan sınır olan Fırat
Nehri kıyısındaki Zeugma yakınlarına yerleştirildi.</p>
<p>35 Romalı komutan (<em>daha sonra çok kısa süreli imparator</em>)
Vitellius, III Tridates’in Part krallığı tahtına tekrar dönüşünün
yollarını aramak için Zeugma’da teşebbüslerde bulundu.</p>
<p>49 Partia’daki (<em>İran</em>)
taht kavgalarına son vermek için gelen elçilerin isteği üzerine, Roma
imparatoru Claudius’un emriyle, Suriye Valisi C. Cassius Longinus,
Roma’da rehin olarak tutulan Part prensi Meherdates’in İran’a dönüşünü
temin etmek ve güvenliğini sağlamak, gerekirse askeri destek vermek
için Zeugma’ da kamp kurdu.</p>
<p>64 Zeugma’da halen mevcut
birçok mezar taşının tarihi şimdilik belirlenememiştir. Bulunmuş
olan mezar taşlarından tarihi belirlenmiş en eskisi M.S. 64 yılına
aittir.</p>
<p>66 Zeugma’daki Lejyon karargahında daha önce
Kyrrhos’ta bulunan X. Fretensis lejyonu ile IV. (IIII) Scythica lejyonu
yer değiştirdi. Bundan böyle IV. Scythica lejyonu, Zeugma’nın 15 km
yukarısındaki Arulis’de (<em>Ehneş-Gümüşgün köyü</em>) bulunan taş
ocağını işletmeye ve Zeugma’daki askerî, resmî ve bazan da sivil
yapıların malzemeleri bu taş ocağından sağlanmaya başlandı.</p>
<p>70 Kudüs’ün fethinden sonra
Roma imparatoru Titus, Zeugma’da Part’lı bir elçi ile buluştu.
Part kralı I. Vologaeses’in arzusu üzerine Titus’a barışı temsil eden
çelenk takdim etti.</p>
<p>73 IV. Scythica ve III.
Gallica lejyonları tarafından Zeugma’nın kuzeyindeki Fırat yolu
genişletildi ve Aini’de bir su tesisi inşa edildi.</p>
<p>II. yy Değişik imparatorlardan kalan anıtlar,
mezarlar, lâhitler, mozaikler ve keramik buluntulardan anlaşıldığına
göre Zeugma, imparator Traianus ile Septimus Severus arasındaki zamanda
parlak bir dönem geçirmiştir. Şehirin sınırları bu devirde eski
Hellenistik dönem şehir sınırlarını bir hayli aşmaktadır.</p>
<p>114-118 Roma imparatoru Traianus’un Part
seferi sırasında Zeugma, öncü birliklerin arka saflarında Samosata’nın
yanı sıra en önemli askerî lojistik merkez görevini görmektedir.
Buraya yerleştirilen IV. Scythica lejyonu, 116 yılında Ermenistan’ın
başkenti olan Artaxata’daki askerî üslerini büyütmüş ve savaştan sonra
Zeugma’ya geri dönmüştür.</p>
<p>117-118 Zeugma’nın da bağlı olduğu Suriye eyaletinin
valisi olan C. İulius Quadratus Bassus ‘un, Dakia valiliğini devir
alışının anısına bir şeref kitabesi dikilmiştir.</p>
<p>117-122-133 Roma imparatoru Hadrianus tahta çıktıktan sonra ilk
işi Doğu eyaletlerini düzenlemek olmuş, Fırat’ın öte yakasında
bulunan Assyria, Mezopotamya ve Ermenistan eyaletlerini geri
vermiştir. Çünkü devamlı olarak buraların elde tutulamayacağına
inanıyordu. Buradaki askerî kuvvetleri geri çekti. 122 yılında da
Partlar ile yaptığı barış anlaşmalarıyla bu durumu korudu. 133 yılında
da Fırat boyundaki yerli yöneticilerle barış anlaşmaları yaptı.
Anlaşma ve görüşmelerin tarafsız bir yer olduğu için Fırat Nehri
üzerindeki adalarda yapıldığı bilinmektedir. Bunların bir kısmı da
Zeugma yakınındaki adalarda gerçekleşmiş olmalıdır.</p>
<p>149 Zeugma’daki IV. Scythica
lejyonu ile Samosata’daki XVI. Flavia Firma lejyonu, vali Sulpicius
İulianus emrinde çalışarak Antakya yakınındaki Seleukeia de Pieria
şehrinin limanı için kayaların içine oyulmuş bir su kanalı inşa
ettiler.</p>
<p>162-166 Zeugma, Roma imparatorları Marcus
Aurelius ve Lucius Verus’un Part seferleri sırasında önemli bir
askeri üs görevi gördü. İran’a doğru yapılan tüm seferler Zeugma’da
geçirilen hazırlık döneminden sonra Fırat Geçitleri’nin aşılmasıyla
başladı.</p>
<p>162-167 Aphrodisias şehrinden Aelius
Aurelius Menandrus, Zeugma’da yapılan bir boks yarışmasında birinci
geldi.</p>
<p>180 Zeugma’daki IV. Scythica
lejyonu, o sırada Zeugma’da subay olarak görevli olan ve sonradan Roma
imparatoru olan Septimus Severeus’ un komutası altına girmiştir.</p>
<p>193 Üzerinde “<em>leg. IIII</em>” yazan
kiremitlerin sayısının artmış olmasından Septimus Severus’un tahta
çıktığı 193 yılından itibaren ve onun zamanında lejyonun yapılanma
çalışmalarının yoğunlaştığı anlaşılmaktadır.</p>
<p>194-195 Roma imparatoru Septimus Severus, I. Part savaşını Zeugma’dan başlattı ve Osrhoene’yi (<em>Fırat’ın doğusu Urfa Bölgesi </em>) fethetti.</p>
<p>197-199 Septimus Severus II. Part savaşını
da Zeugma’dan başlattı ve Mezopotamya eyaletini fethetti (<em>İran
ülkesine yapılan seferlerin büyük çoğunluğunun Zeugma’dan
başlatılması İranlılar’ın tepkisini çekmiş ve onlar da batıya
yaptıkları ilk büyük sefere Zeugma’dan başlayıp yakıp yıkarak adetâ
intikam almışlardır </em>).</p>
<p>198-200 Zeugma’nın kuzeyinde Fırat yolunun
üzerindeki bugünkü Karasu Çayı üzerine IV. Scythica lejyonu
tarafından bir köprü inşa edildi (<em>Septimus Severus Köprüsü </em>).</p>
<p>216-218 Roma imparatoru Caracalla ve yardımcılarından
Macrinus emrindeki ordunun çıkacağı Part seferi için Zeugma yine bir
başlangıç noktası ve lojistik merkezi olarak görev yaptı. Bu
sırada Zeugma’da basılmış olan yegane gümüş sikke, Caracalla’nın
portresini ve ünvanlarını taşımakta olup, bu tür sikkeler Suriye
eyaletinin birçok kentinde olduğu gibi doğu seferinde askerin maaşını
karşılamak amacıyla bastırılmıştı.</p>
<p>219 Liderliğini Gallius Maximus’un yaptığı
Zeugma’daki IV. Scythica ile, liderliğini Verus’un yaptığı III.
Gallica lejyonları imparator Elegabalus’a karşı başlatılan isyana
katıldılar.</p>
<p>221 Laodikeia ad Mare şehrinden
atlet Aurelius Septimus İrenaeus, Zeugma’da yapılan boks müsabakasında
iki şampiyonluk aldı.</p>
<p>247-249 Roma imparatorluğu’ndan kendi adına bronz sikke
basma hakkı almış olan Zeugma’da, şehir sikkeleri son kez bu dönemde,
yani I. Philippus Arabs, Otacilla Severa ve II. Philippus zamanında
basıldılar.</p>
<p>256 İran’da yeni bir hanedan
başlatmış olan Sasanîler’in kralı I. Şapor, ikinci Suriye ve Kilikya
seferi sırasında Fırat’ı Zeugma geçitlerinden aşarak şehri zaptetti
ve yakıp yıkarak tahrip etti. Adetâ Zeugma’dan başlatılan İran
seferlerinin intikamı alınmış oldu. Çok büyük yıkıma uğrayan
Zeugma şehri, bir daha sahip olduğu eski zenginlik ve ihtişama
ulaşamadı.</p>
<p>325 Bu tarihlerden itibaren
Zeugma hakkındaki haberlerin hemen hepsi kilise kayıtlarından takip
edilmektedir. Bu da, artık Zeugma’da ekonomik faaliyetler, ticaret,
sanat, sanayi ve askerî faaliyetler gibi unsurların dikkate değer
düzeyde olmadığını göstermektedir. Kilise kaynaklarında artık “<em>Seleukeia ad Euphrat </em>” ismi geçmez ve sadece Zeugma adı kullanılır. Zeugma, Nikeia Konseyinde piskopos Bassos tarafından temsil edilmektedir.</p>
<p>341 Piskopos Bassos, Zeugma Bistum’u (<em>ilçe piskoposluğu</em>) adına 1. Antiochia (Antakya) din konseyine katıldı.</p>
<p>342-343 Sardica’daki Synod’da (<em>ruhanî meclis</em>) kilisenin ruhanî üst sınıfından olan Antonius, Zeugma piskoposluğu görevini yürütmektedir.</p>
<p>359 Roma imparatoru II.
Constantius ile Sasanî kralı II. Şapor arasındaki anlaşmazlıklarda
Zeugma her zamanki gibi önemli bir stratejik rol oynamıştır.
Mezopotamya’daki Sasanîler’in tehditkâr şekilde ilerlemeleri üzerine
komutan Ursicinus, Copersana ve Zeugma köprülerini yıkmayı
plânlamıştır.</p>
<p><strong>363 </strong>Sabinianos, Zeugma piskoposu sıfatıyla Antiochia’da yapılan 2. ortodoks konseyine katıldı.</p>
<p>374 Roma İmparatoru Valens
tarafından sürgüne gönderilen Samosata’lı Eusebios Samosata’dan
ayrıldığında önce Zeugma’yı ziyaret etti.</p>
<p>400 Zeugma’da, tarihi okunan mezar taşları içindeki en sonuncusu M.S. 400’dür.</p>
<p>431 Heliades, Zeugma piskoposu olarak Ephesos konseyine katıldı.</p>
<p>432 Hieropolis metropoliti Alexander, Zeugma’da Euphratesia (<em>Fıratboyu</em>) eyaleti çapında bir Synod (ruhanî meclis) topladı.</p>
<p>448 Euoltios, Zeugma’yı Antiochia ruhanî konseyinde piskopos olarak temsil etti.</p>
<p>451 Piskopos Euoltios, Zeugma’yı büyük önemi haiz Kalhedon (<em>Kadıköy</em>) din konseyinde temsil etti.</p>
<p>6. yy ortaları Bizans imparatoru İustinianus tarafından
Karkamış ve Antep Kalesi ile birlikte Zeugma’nın da surları yenilendi,
kuvvetlendirildi ve genişletildi.</p>
<p>553 Zeugma Bistum’u (<em>ilçe piskoposluğu</em>) adına Piskopos İulian, Konstantinopolis Konseyine gönderildi.</p>
<p>583 Bizanslı Philippicus,
Sasanî savaşından dönüşünde Zeugma’da Hz. Meryem adına bir kilise
yaptırdı.</p>
<p>818 Ağustos I. Dionysios, yeni Antiochia patriği olarak ilan
edildi ve Zeugma Bistum’unun başındaki piskopos Domnos da onun
emrine girdi.</p>
<p>846 Kasım Zeugma’lı piskoposlar İwannis, İoseph ve
Georgios, III. İoannes’in Antiochia patriği olarak takdis törenine
Zeugma’yı temsilen katıldılar.</p>
<p>887 Şubat Zeugma’lı piskopos Basilios, Amida’da (<em>Diyarbakır</em>) Theodosius’un Antakya Patriğini takdis törenine katıldı.</p>
<p>897 Nisan Zeugmalı piskopos İsaak II, Dionysios’un, Antiochia patriği olarak takdis törenine katıldı.</p>
<p>910 Nisan Zeugma’lı piskopos Jacques, IV. İoannes’in
Antakya patrikliğine getirilmesi sebebiyle Tell Çaphara’daki manastırı
ziyaret etti.</p>
<p>923 Ağustos Zeugma piskoposu Job, Basilios’un Antiochia patriği olarak göreve başlama törenine katıldı.</p>
<h1>962 Mayıs Zeugma piskoposu Job, Antiochia patriği olarak Abraham’ı takdis etti.</h1>
<p>965 Temmuz Zeugma ve Goubbin piskoposu Simeon, VII.
İoannes’in Antiochia patriğini takdis törenine katılmak için Saroug
Bölgesinden keşiş Nebo’ ya gitti.</p>
<h2>986 Ekim Zeugma piskoposları İoannes ve Abraham, V.
Athanasios’un Antiochia patrikliğine atanması sebebiyle Djihan
Bölgesindeki Qotaine’e gittiler.</h2>
<p>1004 Temmuz Zeugma piskoposu Elias, Boundouqah manastırında
VIII. İoannes’in Antiochia patriği olarak takdis törenine katıldı.</p>
<p>1048 Raban (<em>Araban</em>)
sınırında bulunan Pharzeman Synod’unun başkanı olan Zeugma piskoposu
Elias, IX. İoannes’i yeni Zeugma patriği olarak takdis etti.</p>
<p>1048 yılında Zeugma şehri hakkındaki tarihî bilgiler sona
ermektedir. 11. yüzyılda şehrin sahip olduğu Fırat geçitleri ve
ticaret merkezi olarak belirmiş olan önemi, çoktan doğusundaki
Birecik’e taşınmıştı bile. Haçlı seferleri sırasında önemli rol
oynayan Birecik Kalesi 1098’de Boullion’lu Baldouin tarafından
fethedildi. Bölgenin tümü de 50 yıl süreyle Urfa Haçlı Kontluğu’nun
hakimiyetine girdi. Fakat, ticarî önemi kalmasa da, Zeugma’nın sahip
olduğu Fırat Nehri üzerindeki geçitlerin tamamen unutulmadığı, tâlî
güzergâh olarak veya acil durumlarda kullanıldığı, hatta 1417 gibi çok
geç tarihlerde dahî, meselâ Akkoyunlu hükümdarı Karayülük Osman
Beyin, kendisine hazırlanan tuzağa düşmemek için Zeugma geçitlerinden
Fırat’ı aştığı, ortaçağ tarihlerinde belirtilmektedir.</p>
<p>16 /17. yüzyıllarda bu bölgeye yerleşen Türk boyları, ilk kez
karşılaştıkları antik mimarî eserlerini gördüklerinde, dînî
hikâyelerde anlatılan Sabâ Melîkesi Belkıs’ın mâmur ülkesine
benzettikleri için buraya Belkıs harabeleri adını vermişler, daha sonra
yakınına kurdukları köylerini de aynı isimle anmışlardır. Aynı
benzetmeler, Antalya’daki Aspendos/Belkıs, Erdek’deki Kyzikos/Belkıs
ile Ege Bölgesindeki daha birkaç antik kent ve yakınındaki Belkıs
isimli köylerinde de görülür.</p>
<p>Zeugma, önce kaçak kazılar ve yurt dışına kaçırılan eserleriyle
tanınmış, Gaziantep Müzesi’nin başlattığı arkeolojik kazılarla gündeme
gelmiş olup, halen ilgili ilgisiz herkesin işine karıştığı arapsaçı
görünümünde bir kültür problemi olarak güncelliğini korumaktadır.
Bu konudaki en büyük temenni, Zeugma’yı sağlam ellerin sahiplenmesi ve
bilinçsiz turizm tamahkârlığına kurban edilmemesidir.</p>
<p>(1) Gaziantep Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı – Birinci Dönem Zeugma Kazıları Başkanı.</p>
<p>(2) S. Atlan, Roma Cumhuriyet Tarihi, İ.Ü. İstanbul 1970., O.
A. Taşyürek, Eskiçağda Kommagene, İ.Ü. Doktora Tezi, İstanbul 1973.</p>
<p>J. Wagner, Seleukeia am Euphrat/Zeugma Wiesbaden 1976., O. Akşit, Roma İmparatorluk Tarihi, İ.Ü. İstanbul 1985.</p>
<p>(3) R. Ergeç, “<strong>Belkıs/Zeugma 1992-1999/2000; Çalışmalar, Kazı ve Araştırmalar”,</strong> Arkeoloji ve Sanat Dergisi</p>
<p>No: 98, İstanbul, 2000, http:// <a href="http://www.zeugma.ergec.com/">www.zeugma.ergec.com</a></p><p> </p>Ahmet Gökalp ERGEÇhttp://www.blogger.com/profile/02734049072415775613noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-4253021960767544459.post-91332866502419970192020-10-30T20:40:00.005+03:002020-10-30T20:40:47.840+03:00Zeugma Araştırmaları 1994-1999<h2 style="text-align: left;"></h2><h2 style="text-align: center;">“1992 – 1999 / 2000 BELKIS / ZEUGMA”</h2>
<h2 style="text-align: center;">ÇALIŞMALAR, ARAŞTIRMALAR VE KAZILAR</h2>
<h2 style="text-align: center;">(Arkeoloji ve Sanat Dergisi sayı: 98, 2000′ de yayınlanmıştır.)</h2>
<p align="right">Yrd. Doç. Dr. Rifat ERGEÇ[1]<br />
Gaziantep Üniversitesi</p>
<p align="right">Fen-Ed. Fak. Arkeoloji Bölüm Başkanı</p>
<h4>Bölge ile ilgili olarak yapılan ön araştırmalar:</h4>
<ul class="unIndentedList"><li> 1989 yılında Kültür Bakanlığı, GAP çerçevesine giren baraj
alanlarından etkilenecek taşınmaz kültür varlıklarının tesbit edilmesi
için ekipler oluşturdu. Bu ekiplerin yaptığı çalışmalar sonucunda,
Gaziantep bölgesindeki 5 barajın gölü altında kalacak arkeolojik
yerleşim yerleri tesbit edildi. Adana KTVK Kurulunun 23.01.1990 gün ve
514 sayılı kararında da bu yerlerde acilen bilimsel kazıların
başlatılması Kültür Bakanlığına tavsiye edilmekteydi. Söz konusu yerler
hakkında 1998 yılında Gaziantep Müzesi ayrıca, Gaziantep ilinde inşa
edilecek olan 6 barajın sularından etkilenecek taşınmaz kültür
varlıklarını ve durumlarını tesbit ederek bir rapor hazırladı. Ayrıca,
G. Algaze ve ekibinin yapmış olduğu daha detaylı bir bilimsel
araştırmada[2] da 40’dan fazla arkeolojik yerleşim alanı belirlenmişti.</li><li> Zeugma aslında, antik bir harita olan Peutinger Levhasından dolayı
eskiden beri Fırat kıyısında olduğu bilinen, fakat kesin yeri
belirlenemeyen bir antik kenttir. 20. yüzyılın başlarında, Karkamış’ta
kazı yapan ekibe bir süre için katıldığı bilinen İngiliz Casusu
Lawrens’in veya aynı gruptaki bazı kişilerin hem British Museum’a eser
temin etmek ve hem de kendi çıkarları için <em>(bu olaylar yakınlarda yayınlanan bir anı kitabındaki mektuplardan detaylı olarak öğrenilmektedir)</em>
başlamasına sebep oldukları kaçak kazı ve eser kaçakçılığının ardından,
bölgede araştırma yapan bilim adamlarınca Zeugma’nın Belkıs köyü
yakınındaki örenyeri olabileceği düşünülmüş ve soru işareti ile
anılmıştır. Numizmatik araştırmaları ve kitabeler ile diğer yazılı
kaynakları dikkate alarak yapılan ve biri 1974[3], diğeri 1976[4]
yıllarında tamamlanan iki doktora çalışmasından sonra Belkıs
köyündeki antik kent kalıntısının Zeugma olduğu artık daha bir
kesinlikle ifade edilmeye başlanmıştır.</li><li> 20. yüzyılın başlarından, fakat özellikle de 60’lı yıllardan
itibaren çevre köylülerce eski eserin para ettiğinin öğrenilmesi üzerine
örenyeri adeta köstebek yuvasına dönmüş, hatta çevre köyler kendi kaçak
kazı çalışma alanlarını belirlemişler ve topyekun bir talana
başlamışlardır. Nizip’te üslenen tacirlerin de, Belkıs’dan çıkan
eserlerin yurt dışı pazarlamasını yaptıkları bilinmekte ve çevre halkı
tarafından anlatılmaktadır. Belkıs harabelerinin köy yolları
güzergahından bir hayli içeride ve gözden uzak olması ve akropolün
tepesinin tüm çevreye hakim olan topografyasının bir gözetleme kulesi
gibi kullanılarak önlem alınması sebebiyle bu kaçakçılar rahat bir
çalışma ortamı bulmuşlardır. Çıkarılan eserlerin ise tamamına yakınının
yurt dışına gittiği tahmin edilmektedir. Bu kadar yoğun kaçak kazının
yapıldığı bu örenyerinde, toprak üzerinde yok denecek kadar az kalıntı
görülmektedir. Yüzyılların biriktirdiği toprak dolgu yer yer 10
metreyi bulmakta, fakat kentin tümünde ortalama 6-8m civarında
görünmektedir.. Bölgenin killi-kireçli toprak yapısının basınca karşı
nisbeten sağlam bir yapı oluşturduğunu keşfeden kaçakçılar uzunluğu
yüz metreleri aşan tüneller açmışlar ve ilk etapta iyi etüd ettikleri
ev planlarına göre, her evde mutlaka birkaç tane olduğunu bildikleri
sarnıçlara ulaşmayı hedeflemişlerdir. Sarnıca ulaşan kaçakçı ekibi ise
bir çalı kümesi ile tünelin ağzını kamufle etmiş ve yanında getirdiği
erzak ve bataryalı el fenerleri ile günlerce, belki de haftalarca
tunelden dışarı çıkmadan geceli gündüzlü çalışma imkanını bulmuş,
kazdığı toprağı ise sarnıçlara doldurmuştur. Böylece toprak üstünden
hiç fark edilmeden, yer altında çalışan bir sistemle Zeugma seneler
boyunca soyulmuş, kimse de bunun farkında olamamıştır.</li></ul>
<p><strong>Kazılar ve Bilimsel Çalışmalar:</strong></p>
<ul class="unIndentedList"><li> 1987 yılında ilk kez, kaçakçıların yarım bıraktığı iki mezar
odasında Gaziantep ve Malatya Müze Müdürlükleri birlikte bir kazı
yapmışlar ve oldukça derinde bulunan mezar odalarından mezar
heykeltraşlığına ilişkin önemli eserler bulmuşlar fakat her zamanki
gibi malî nedenlerden dolayı sonraki senelerde kazıya devam
edememişlerdir.</li><li> 1992 yılında, Belkıs örenyeri bekçisinin haber vermesiyle müze
uzmanlarının yaptığı tesbitte, bir kaçakçı tünelinin iç kısmında ve
tabandaki dar alanda insan figürlü bir mozaiğin görülmesi üzerine, bu
mozaiği kaldırıp müzeye taşımak amacıyla Gaziantep Müze Müdürlüğünce
bir kazı başlatılmıştır[5].
Ancak işin hemen başlarında mimari unsurların belirmesiyle yöntem
değiştirilerek kazıya devam edilmiş ve sonuçta bir Roma villasının en
önemli odası olan tabliniumu ile atriumun bu kenarda genişletilmiş olan
galerisi ortaya çıkarılmıştır. Her iki mekanın tabanında da son
derece güzel figüratif ve geometrik desenli mozaikler bulunmaktaydı.
Figürlü mozaikte Dionysos’un Ariadne ile düğünü sahnesi 10 figürden
oluşan bir pano halinde tasvir edilmişti. Geometrik desenli panoya ise,
alternatifli olarak saç örgüsü ve farbela desenleri arasındaki
çarkıfelek motiflleri işlenmişti. Mozaiklerin, mimarisi ile birlikte
korunmaları ve teşhir edilmeleri müzecilik ve Türkiye’nin dışardaki
imajı açısından bulunmaz bir fırsattı. Zeugma antik kentine ait devlet
kurumlarınca ele geçirilen ilk orijinal malzeme olan bu villa ve
mozaiklerinin, bulunduğu yerde sergilenmesinin bilimsel olduğu kadar
turistik açıdan da önemi büyüktü ve taşınmaz eserlerin bulundukları
yerde korunmaları da öncelikle bir yasa gereği idi. Ayrıca, bir önemli
husus daha vardı ki, o da şimdiye kadar Belkıs’dan bulunup kaçırıldığı
söylenen, ancak söylentiden öteye gitmeyen ve niteliği bilinmeyen
eserlerin çevre halkı tarafından görülüp tanınmasıydı. Nitekim, 7.50m X
3.75m ebadındaki Dionysos mozaiğini hayran hayran seyreden köylülerin,
Belkıs’tan kaçıldığı söylenen malların böyle eserler olduğunu
öğrendiklerinde kaçakçılara okudukları lanet ve bu eserleri sahiplenme
duygusu, eski eser bilinci açısından en önemli kazançtı.</li><li> 1992 yılından itibaren Gaziantep Müzesince başlanan çalışmalara,
1993 yılında David Kennedy ve ekibi de katıldı, fakat onlar ancak iki
hafta müze ile birlikte çalışabildiler. Bu onbeş günlük çalışma
sonucunda, iki önemli parçası 1960’lı yıllarda kaçırılarak ABD’ de
Houston kentindeki Menil Collection’a götürülmüş bulunan
Metioxos-Partenope[6] mozaiğinden geriye kalan çerçeve parça bulundu ve bunun ait olduğu villanın bir kısmı ile terası temizlendi.</li><li> Bu sırada mozaiğin ünü her tarafta duyulmaya başladı, halk akın
akın görmeye geldi ve bazı hanımlar mozaikler üzerindeki antik
desenleri el işlerinde kullanacak kadar benimsediler. 1993 yılındaki
kazıda[7], daha önce bir kenarındaki üç sütunu bulunmuş olan atrium’un tamamı açılarak villa alanı genişletildi.</li><li> O günlerde ilk kez, burada bir barajın yapılacağı rivayetlerden
öte ciddi olarak ifade edilmeye başlandı. 1994 yılında Ankara’daki
uluslararası Kazı Sonuçları Sempozyumunda Belkıs/Zeugma’ya ilgi çekmek
amacıyla Gaziantep Müze Müdürlüğü tarafından bir stand hazırlanarak
Fırat’ın her iki kıyısında su altında kalması muhtemel arkeolojik
alanların fotoğrafları ile, üzerinde bu yerlerin işaretlendiği
topografik bir harita sergilendi ve sempozyuma katılan bilim adamları
bilgilendirilerek bölgede çalışma yapmaları için çağrıda bulunuldu.
Ayrıca, daha fazla bilgi edinmek isteyenler için Gaziantep ve Şanlıurfa
Müzelerinin telefon ve faks numaraları da panolarda ilan edildi. O
sempozyumun açış konuşmasında Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürü[8],
Birecik Barajının gündemde olduğundan bahisle su altında kalacak olan
arkeolojik yerlerde çalışma yapmaları için tüm bilim adamlarına çağrı
yaparak davette bulundu ve isteklilere Kültür Bakanlığınca destek
verileceğini de ilan etti.</li><li> Gaziantep Müzesince aynı yıl yapılan kazılarda, kuzey yamaçta gene
kaçakçı artığı bir villa terasında mevsimler mozaiğine ait parçalar
bulundu müzeye kaldırıldı. 1994 yılında ayrıca, güney-doğu nekropolde
önceden tahrip edilmiş bir mezar odasında heykeltraşlık eserleri, Şelte
Deresindeki mezar odasında ise, bir lahit ile çok sayıda mezar steli
ele geçti.</li><li> 1995 yılında, Belkıs/Zeugma’daki Roma Villasında bulunan
Dionysos/Ariadne mozaiği, Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından
Uluslararası Kazı Sonuçları Sempozyumu posterine konu edildi ve bu
yolla da tüm bilim alemince tanınması sağlandı.</li><li> Gaziantep Müzesinin yaptığı uluslararası çağrıya, ilk olarak 1995
yılında Fransa Nantes Üniversitesinden Catherine Abadie Reynal cevap
verdi ve Gaziantep Müzesi ile birlikte çalışmak istediğini bildirdi. Bu
talep, durumun aciliyeti nedeniyle tereddütsüz olarak kabul edildi.
Çalışma alanının geniş olması ve başka ekiplerin de katılması ihtimali
olduğundan, geniş kapsamlı bir protokol hazırlanarak 1996 yılında
Müzenin kendi çalışma sahasının[9] yanısıra Fransızlarla da birlikte, su altında kalacak bölümlere öncelik verilerek çalışılmaya başlandı[10].</li><li> Bu sırada, aynı zamanda Catherine Marro ile Aksel Tibet’in
başkanlık ettiği bir başka Fransız ekibin katılımı ile de Horum Höyük’te
çalışmalara başlandı[11].
Ayrıca, Şanlıurfa sınırı içinde olmasına rağmen Fırat’ın hemen karşı
kıyısında yer alan ve Zeugma’nın adeta bir parçası olan ve daha çok
Hellenistik özellikler gösteren Apameia kentinde de Fransız ekibin bir
bölümü ile kazı ve araştırma çalışmalarına başlandı.</li><li> 1996 yılında, ilk kez fiilen başlayan baraj çalışmalarının gövde
inşaatı hafriyatı sırasında mozaik parçaların görülmesi üzerine, baraj
çalışmalarına müdahale edilerek durduruldu ve alan sorumluluğunu M.
ÖNAL’ın yürüttüğü kazılar sonucunda Roma devrine ait bir hamam ile bir
gymnasion ortaya çıkarılarak, elde edilen 36 parça mozaik pano müzeye
taşındı. Hamamın ve gymnasion’un planları ve fotoğrafları alınarak
belgelendi[12].</li><li> 1997 yılında, Zeugma’da Müze ile birlikte çalışan ekiplere bir de
Martin Harmann’ın başkanlık ettiği İşviçreli ve Alman arkeologlardan
oluşan Lejyon Kampı araştırma ekibi eklendi. Farklı zamanlarda olmak
üzere, uydu fotoğrafları ile yola çıkan bu ekiple de çalışıldı ve
ilginç sonuçlar elde edildi. Aynı yıl Gaziantep Müzesi, gerek villadaki
ve gerekse Fransızlarla yapılan rutin ortak kazılara da devam etti.</li><li> 1997 yılında ayrıca, Baraj seddinin önünde olmasına rağmen kil
ariyet ocağı içinde kaldığından çalışmalardan etkilenecek olan bir
nekropol alanında Gaziantep Müzesi kazı çalışması başlattı. Alan
sorumluluğunu K. SERTOK’un yürüttüğü alanda, M.Ö. 3000 yıllarına, Eski
Bronz Çağına kadar giden bir mezarlıkta çalışıldı ve 312 adet mezar
temizlenerek, bölgenin tunç çağları için çok önemli bir bölümü
aydınlatılmış oldu. Fırat Nehrinin batı kıyısındaki bu en büyük Tunç
Çağı mezarlığının verdiği bilgiler ile buluntuları dahi tek başına,
barajın yaptığı bilimsel tahribatın büyük bölümünü karşılayacak
değerdedir.</li><li> 1998 yılındaki çalışmalarda, mevsimin sonuna doğru Gaziantep
Müzesinin kendi çalışma alanında bulunan mozaiklerin çok zor çalışma
şartları içermesi yüzünden 1998-1999 kış aylarında aralıksız
çalışılarak, şehrin alt bölümlerine ait önemli bilgiler ile Akratos ve
Çingene Kızı Mozaiği gibi önemli ve güzel buluntular ele geçti.
Bunlarla birlikte kazılan bir arşiv binasından da, antik dünyaya ait
daha eşine rastlanmamış sayıda 64.000 civarında mühür baskısının ele
geçmesi Zeugma’nın önemini ortaya koydu[13].</li><li> 1999 yılında arşiv binasındaki kazıların yanısıra, gene şehrin alt
kesimine ait bir binadan, üstteki toprak birikintisi nedeniyle çok zor
şartlarda bir Dionysos başı ile büyük boy bir pano halinde Okeanos ve
Tethys’i deniz hayvanları ile birlikte tasvir eden mozaikler
çıkarılarak müzeye taşındı.</li><li> 1999 yılının ayları sonunda Fransız ekibin de gelmesiyle başlayan rutin kazı çalışmaları sırasında tesadüfen[14]
bulunan duvar taşlarının araştırılması sonucunda ikiz villalardan
birisi bulunmuş ve iki adet mozaik çıkarılmıştır. Kazı mevsiminin sona
erdiği gerekçesiyle çalışmasını bitiren Fransız ekip ülkesine dönmüş,
fakat Gaziantep Müzesi uzmanları çalışmaya devam etmişlerdir. 1999 Ekim
ayından beri aralıksız devam eden çalışmalar sonucunda iki büyük
villadan sanat değeri yüksek mozaikler, ilk kez geniş ve tam parçalar
halinde freskler, bronz heykeller çıkarılmıştır.</li><li> Bu villaya kaçakçı eli değmemiş olması bir şanstır ve bugüne kadar
Zeugma’dan nelerin kaçırılmış olabileceğine de iyi bir örnektir.</li></ul>
<p><strong>Sonuçlar ve Bu Gün Gelinen Durum:</strong></p>
<p>Belkıs/Zeugma’daki son durum üzerine, gerek yerli ve gerekse
yabancı basın organlarının anlamsız bir şekilde abartarak bilinçsiz ve
bunun sonucunda da acımasızca yorumladığı ve izleyicilerine aktardığı
olaylar, yukarıda anlatıldığı şekilde başlamış ve gelişmiştir.
Sanırım bu bilgilerden sonra daha insaflı ve itidalli olarak konuya
yaklaşılır.</p>
<p>Yukarıda anlatılanların ışığında bu sürecin bir kısmını yaşayan bir
arkeolog ve belirli bir dönemde müze müdürlüğü yapmış birisi olarak
vardığım sonuçları ve yorumları duyarlı kimselerle paylaşmak ve
onları aydınlatmak istiyorum.</p>
<p>1. Zeugma özellikle batılılar tarafından, Lawrens ve kaçakçı
ekibinin Avrupa’ya kaçırdığı eserler dolayısıyla yaklaşık 80-90 yıldan
bu yana bilinmekte ve tanınmaktadır.</p>
<p>2. Zeugma’dan kaçırılmış olan eserler batı müzelerinde ve özel koleksiyonlarda yer almaktadır.</p>
<p>3. 1992 yılında Gaziantep Müzesi tarafından kaçak kazılara karşı
başlatılan kurtarma çalışmaları, barajın gündeme gelmesiyle
uluslararası boyuta taşınmış ve tüm bilim alemine çağrı yapılmıştır.</p>
<p>4. Bu çağrının duyulması üzerine bir kısım yabancı ekipler Gaziantep Müzesinin çalışmalarına katılmışlardır.</p>
<p>5. Bu ekiplerle Zeugma antik kentinin, barajın maksimum su kotu olan
388 kotu ve altındaki bölümlerinde birçok çalışmalar yapılmış ve
antik kentin, surları-kanalizasyon sistemi – sokak / cadde
yapısı-atelyeleri-sivil konutları-meydanları – günlük kullanım eşyaları –
kentin sanat düzeyi ve sanat eserleri – askeri kampa ilişkin bilgiler –
hamam yapısı – gymnasion yapısı -antik yolları – su yapıları –
nekropolleri – mezar odaları – ölü gömme adetleri ve el sanatları gibi
hususlarda çok önemli bilgilere sahip olunmuştur.</p>
<p>6. Tüm antik kent alanında yaklaşık 5-6 bin metrekare alanda kazı
ve araştırma yapılmış, tüm bilgi ve veriler belgelenmiştir.</p>
<p>7. Son bulunan iki villa tamamen tesadüf eseridir ve bahçe sahibinin
kamulaştırma ücretini aldıktan sonra diğer bahçe sahipleri gibi
beklemeyip ağaçlarını kesip, ağaç köklerini çıkarması sonucunda
bulunmuştur. Bütün alanın İstanbul Boğazı yalıları gibi sıra konaklar
tarzında bir yapı yoğunlaşması göstermesi beklenmemeli ve kentin iskan
alanının tümü araştırılmalıdır. Uzun zaman ulusal ve uluslarası
medyaya konu olan bu olayda bir çok tesadüfün bir araya gelmesi kadar,
kazı alanını birkaç ay sonra devam etmek üzere terk edip giden
Fransız ekibi beklemeden durumun aciliyetini kavrayarak derhal müdahale
edip kazıya devam kararını alan Gaziantep Müze Müdürlüğünün insiyatifi
ve mesleki sorumluluk anlayışı da son derece etken ve takdire
şayandır.</p>
<p>8. 1992 yılından beri yapılan yayınlar ve sunulan görsel malzeme,
verilen konferanslar, slayt gösterileri ve dökümana rağmen Zeugma’ya
medya dahil tüm kesimlerin gerekli ve yeterli ilgiyi göstermedikleri bir
gerçektir. Hatta aynı duyarsızlık, 1998 yılı Haziran ayında üçte ikisi
çalınan Dionysos mozaiği ile ilgili olarak gereğince yapılmayan
yayın ve duyurularda da kendini göstermiştir.</p>
<p>9. Son verilere göre, Fırat’ ın antik dönemdeki taşkın sahası ve
sellerle en yüksek su kotu da hesaba katıldığında tüm antik kentin
yaklaşık beşte biri baraj gölünün suları altında kalacaktır. Bu
kesimin zaten önemli görülen yerlerinde kazı çalışmaları yapılmış ve
önemli bilgilere ulaşılmıştır. Zeugma’da halen yapılmakta olan
kazılar, çok hızlı hareket edilmek durumunda kalınan kurtarma kazıları
olmasına rağmen bilimsel olmak zorunda olan kazılardır. Fakat ille
de mozaik çıkarmayı veya bronz heykel bulmayı amaçlayan kazılar
olmamalıdır. Bilimsel olarak kazılmasına karar verilen yer kazılır,
mozaik veya heykel çıkar veya çıkmaz, fakat oradan arkeolojik bilimsel
veriler elde edilir, yorumlanır ve bilim alemine sunulur. Önemli olan
da budur.</p>
<p>10. Haziran 2000 sonunda baraj suları yaklaşık olarak 373 kotuna
ulaşarak ikiz villalar alanını ve şehirin aynı kottaki kıyı bandını
kaplayacaktır. Göründüğü kadarı ile, her iki villada da arkeolojik
olarak yapılabilecek olan hemen her şey yapılmış ve belgelenmiştir.</p>
<p>11. Bundan sonra yapılacak olan ise, muhtemelen Ekim ayı sonuna
kadar 373 kotu civarında bekleyecek olan su çizgisi ile maksimum su
kotu olan 388 kotunun arasında kalan kesimde, burada çalışmak için
müracaatta bulunan ekiplerin koordine edilmesi ile uydu fotoğrafları,
sonar sistemleri, jeo-manyetik araştırma metotları gibi teknolojik
imkanların yardımı ile şehrin limanla bağlantılı bu önemli kesimindeki
yol şebekesi, eğimli topografyanın nasıl düzenlendiği, teras
sisteminin nasıl yerleştirildiği ve bağlantıların nasıl
gerçekleştirildiği, rampalar veya merdivenlerin kullanılıp
kullanılmadığı gibi şehir unsurlarını anlamaya yönelik çalışmaların
yapılması ve gerekiyorse sondaj kazılarıyla verilerin teyid
edilmesi gibi bir yolun izlenmesi gereklidir. Fakat kesinlikle mozaik
veya heykel arama kazısı yapılmamalıdır. Çünkü bunun sonu yoktur. Bu
bağlamda Efes örneği göz önündedir.</p>
<p>11. Efes’deki kazılar bilindiği gibi 100 yıldan fazla bir zamandan
beri devam etmektedir ve şimdiye kadar açılan alan tüm kentin yüzde
onbeşi civarında çok küçük bir bölümüdür. Zeugma’da 373 kotu ile 388
kotu arasında kalacak olan ve acilen kazılması beklenen kısım ise
Efes’in bugüne kadar açılmış olan kısmına yakındır. Yani, Efes’de 100
yılda yapılmış olan bir çalışma, üstelik de eğimli, çalışması oldukça
zor ve yapı taşı çürük bir alanda yapılmak zorundadır. En iyimser
tahminle bile, bilimsel olmak kaydıyla söz konusu alanın arkeolojik
kurtarma kazısının en az 5-6 yıl süreceğini hesaplamak zor değildir.
Eğer bu süre sağlanabilirse arkeologlara ve arkeolojiye ne mutlu.
Arkeolog olarak insanın içi kan ağlasa da, bu gün varılan durum göz
önüne alındığında gerçekçi olmak zorunda kalındığının bilincinde
olmak gerekmektedir.</p>
<p>12. Medyanın son iki-üç aydan beri kopardığı yaygara ibretle
izlenmektedir. Ciddi ve sorumluluk sahibi olan kuruluşların haberleri
ne yazık ki geniş kitlelere ulaşamıyor ama, sansasyonel haberler
“Pompei” benzetmesi gibi gülünç sonuçlara varabiliyor. Bu felaket
tellallığı haberleri üzerine, eline biraz para alan yerli-yabancı kişi
veya kuruluşların Zeugma’ya yardıma geldiklerini belirttikleri
gözlenmektedir. Hattta bazı yabancılar kültür katliamına dur demeye
geldiklerini iddia ediyorlar. Olayı hemen siyasi boyutlara çekmeye
meyilli insanları hissetmemek mümkün değil. 1991’de Körfez’deki naklen
savaştan sonra bir de naklen arkeolojik kazı ve naklen baraj suyu
yükselmesini de seyrettik televizyonlardan. Gaziantep ve Belkıs’da bir
curcunadır gitmektedir. İş adamlarının temsilcileri, kurumların
yetkilileri, bu vesileyle kendilerini göstermek isteyen siyasiler,
bürokratlar, kendini önemli göstermek için bu günleri fırsat bilen
küçük adamlar, ilgili-ilgisiz kimseler, teknoloji transferi teklif
edenlere, internet ortaklığı önerenlere kadar ciddi veya gayri ciddi
birçok kimse Gaziantep’e üşüşmüş ve yapılacağı duyulan maddi
yardımlardan ve pastadan pay kapmak peşinde. Arkeolojik kazılarda ve
kurtarma çalışmalarında hiç de alışık olunmayan ve son derece yadırganan
bu durumlar, ister istemez izlenmek zorunda kalındığından üzüntü
verici olarak değerlendirilmektedir.</p>
<p>13. 1992′ den beri bu olayın içinde yaşayan ve neredeyse avazım
çıktığı kadar Belkıs diye bağırmış olan ben, bir türlü “işte bunlar
cenaze kaldırmaya gelen uzak akrabalar, muhtemelen mirastan da pay
isteyecekler” diye düşünmekten ve için için ama acı acı gülmekten
kendimi alamıyorum.</p>
<p>14. Eğer bu olayda bir geç kalmışlık, bir umursamazlık, bir ihmal,
bir ilgisizlik varsa ve bugünkü kargaşanın da sebebi buysa, bunda
Gaziantep Müzesinin dışındaki tüm kurumların az veya çok vebali söz
konusudur. Çünkü eğer, bir bilim adamı veya bir bilim kurumu çıkıp da
ben falanca yerde arkeolojik çalışma yapmak istiyorum demezse ve
çalışmalar çeşitli yardımcı kuruluşlarca da desteklenmezse Kültür
Bakanlığına bu konuda yapacak fazlaca bir iş de kalmamaktadır. Fakat
Kültür Bakanlığı şimdiye kadar, en azından Gaziantep Müzesinin binbir
zahmetle yürütmeye gayret ettiği bu çalışmaların arkasında olduğunu da
dışardan izleyen herkese hissettirecek davranışlarda bulunmalıydı.</p>
<p>15. Aslında Belkıs/Zeugma, Birecik Barajı inşaatından dolayı tam bir
şanssızlık yaşamaktadır. Öncelikle daha DSİ projesi iken baraj
seddinin Halfeti civarında düşünüldüğü dönemde dahi adı Belkıs Barajı
iken, Belkıs’ın burnunun dibine yapıldığında ise, hiçbir bağlantısı
olmamasına rağmen adının Birecik Barajı konulması ve barajın inşaat
ve işletme şeklinin, bu sonuçlara varılmasına sebep olan
yap-işlet-devret modeline aktarılması da siyaset ilminin bir sonucu
olsa gerektir. Fakat, Türkiye’de eski eser kavramı, korumacılığı ve
uygulaması buradakinin çok çok ötesindedir. Daha 1969’larda başlayan
Keban Projesi ve takip eden Karakaya çalışmaları bu konuda Ülkemizin
yüz akı olan dünya çapında projelerdir. Zeugma’daki şanssızlık ise,
yap-işlet-devret modelinin ilk kez burada tatbik edilmesidir. Çünkü,
bu konuda karar verenler, herhalde daha önce hiç baraj
yaptırmamışlardı. Eğer DSİ işin içinde olsaydı, Keban, Karakaya,
Tahtalı gibi barajların tecrübesiyle ve şimdi de Karkamış Barajında
olduğu gibi kültürel alanda yapılması gereken çalışmalardan haberdar
olduğundan bunları ön plana alır ve projeye koyardı. GAP ile ilgili
uygulama projelerinde de kültürel başlıkların altlarının hemen hemen
boş olması, bu konulara verilen veya verilmeyen önemin bir
göstergesidir. Birecik Barajı adının duyulmasından sonra en az birkaç
yıl görüşüp bilgi alacak muhatap bulunamaması ve ilgililerinin kim
olduklarının, kaldıkları otelin sahibinden tesadüfen öğrenilerek
irtibata geçilebilmesi de bunun bir göstergesidir. Tabii ki, Keban gibi
bir Zeugma Projesinin başlatılamamış olması büyük bir eksikliktir,
ancak önümüzde dağ gibi duran bir ibret abidesidir, gitgide de
büyümektedir. Bu kargaşada, Gaziantep Müzesi adeta Don Kişot gibi öne
çıkmış devlerle savaşmıştır. Şimdi gelinen durum göz önüne alındığında
iyi de etmiştir. Çünkü, bir taşra müzesinin boyutunu çok aşan ve
sadece özveriye dayanan üstün bir çalışma örneği verilerek bu noktaya
gelinmiştir. Tüm emeği geçenleri kutlamak gerekir.</p>
<p>16. Dünya kamuoyu önünde bugün gelinen çizgi belki üzücüdür fakat,
Gaziantep Müzesinin 8 yıldan beri haykırdığı Belkıs/Zeugma
konusundaki haklılığın ortaya çıkması açısından da bir nebze olsun
sevindiricidir.</p>
<p>17. Fakat iki husus vardır ki, neredeyse tüm bu kayıpları
unutturacak kadar güzeldir. Önce, hiçbir bağlayıcı sözleşme maddeleri
olmadığı halde başından beri tüm konulara duyarlı davranarak kazı
ekiplerinin işçi, iaşe ve ibate giderlerini karşılayan, teknik
donanım ve makine ihtiyacını gideren Birecik A.Ş.’ye sayın Yüksel
ONARAN’ın nezdinde ve sonra da, Gama-Philipp Holzmann-Strabag İş
Ortaklığına sayın Nurettin DEMİR’in nezdinde insancıl yaklaşımlarından
dolayı teşekkür etmek, yerine getirilmesi gereken bir borçtur.
Benzer kuruluşlara da örnek olmasını temeni ediyoruz.</p>
<p>18. Bundan daha önemlisi ise, tüm kuruluşlara kafa tutarcasına
dışardan hiçbir maddi yardım almadan Belkıs/Zeugma kurtarma
kazılarının işçi, malzeme, teknik eleman, uzman ve
konservasyon-restorasyon gibi tüm giderlerini, bir Valiliğin sınırını
çok zorlayan konularda dahi büyük bir kararlılık ve özveri ile başı
çekerek, İl Özel İdaresi ve İl Genel Meclisinin imkanlarını sonuna
kadar kullanarak karşılayan, emsallerine çok güzel ve anlamlı
örnekler veren Gaziantep Valisi Sayın Muammer GÜLER’in davranışıdır.
Eğer bu anlayış ve sorumluluk tüm illere ve idarecilere örnek olur ve
yaygınlaşırsa, yurt çapında Zeugma’da kaybettiğimizin çok daha
fazlasını kazanmış oluruz. Özellikle de, eski eserlerimize ve hatta
kalemize dahi küfür edenleri hatırladıkça.</p>
<p>19. Umuyoruz ki, bundan sonra baraj yapacak olanlar önce
kendilerine göre seçtikleri yeri her alanda iyice inceletirler.
Coğrafyası, jeolojisi ve jeomorfolojisi, florası, faunası, sosyal
antropolojisi, tarihi, arkeolojisi, etnografyası, folkloru, mimarisi ve
tüm ekolojisi vb. konulardaki bilimsel çalışmaları tamamlandıktan
sonra ortaya çıkacak duruma göre sağlıklı karar verirler. Fakat, tüm
bu ön araştırmalar ve sonradan gerekebilecek çalışmalar için lazım
olan maddî ve aynî tüm imkanları hiç eksiksiz karşılarlar ve projeye
koyarlar. İşte ancak o zaman, yani bu bilince tüm kurumlarda
varıldığı zaman, Birecik Barajındaki Halfeti, Rumkale ve Zeugma ile
tüm göl alanında yaşanan ve yaşatılanların diyeti ödenmiş olur.</p>
<p>20. Zeugma kenti, hayatta iken nasıldı ve neleri barındırıyordu tam
bilinmez ama, idamına çeyrek kala mihenk taşı gibi bir görev üstlendi
sanki, akı karayı ayırdetmemiz için bizlere ders verircesine.</p>
<h3>ZEUGMA KONUSUNDAKİ DİĞER ÇALIŞMALAR</h3>
<ul class="unIndentedList"><li> 1996 yılında Arsan Turizm ve Seyahat Acentası – Şahinbey Lions
Kulübü ve Gaziantep Müzesi Derneğinin ortaklaşa yürüttüğü “Zeugma’yı
Kurtarma Kazısına Destek Kampanyası” başlatılmıştı. Bu kampanyaya
verdiği destek ile de Arsan Turizm ve Seyahat Acentası, ASTA Teşkilatı
ve Smithsonian Magasine’in “Çevre Ödülü” yarışmasında dünya çapında 52
proje arasında yer alarak “Zeugma’yı ” kıtalar arası örgütlere
tanıttı.</li><li> 1997 yılında Gaziantep Vakıf Koleji Öğrencileri Bir Destek
Kampanyası başlatarak Ülkemizdeki tüm orta öğretim okullarına
hazırladıkları broşürleri göndererek Belkıs/Zeugma’ yı tanıttılar ve
Kurtarma Kazılarına yardım istediler.</li><li> “Zeugma – Belkıs Kurtarma Kazısına Destek Kampanyası Fizibilite
Raporu 1997 ” Şahinbey Lions Kulübü tarafından, “Diyarbakır Sokak
Çocuklarını Koruma Projesi” ile birlikte Türkiye’den iki proje olarak
New York’daki Lions Genel Merkezine iletilmesine rağmen sıralamaya
giremedi.</li><li> 1997 yılında Belkıs/Zeugma’nın tanıtımı için birçok kuruma Zeugma
mozaiklerinin resimleri dağıtıldı. Aynı resimlerden oluşan anahtarlıklar
yaptırıldı. Turistik belgeli yıldızlı otellere Zeugma resimleri
içeren panolar konuldu. Destek kampanyasını duyurmak üzere kitap
ayıraçları bastırılarak tüm kurumlar aracılığı ile her düzeye
ulaşılmaya çalışıldı.</li><li> “PROJECT EUPHRATES (FIRAT 2) 1998 (Birecik ve Karkamış
barajlarından etkilenecek kültür varlıklarının
belgelenmesi-arşivlenmesi-değrlendirlmesi) ” Dr. Rifat ERGEÇ – Pascal
LEBOUTEİLLER tarafından hazırlanarak sponsorluk için (UNESCO Türkiye
Temsilciliği ve SUNA – İNAN KIRAÇ VAKFINA gönderildi, sonuç alınamadı.</li><li> 1997 ve 1998 yıllarında iki kez Gaziantep Müze Müdürlüğünce
Birecik Barajı göl aynasında kalacak kültür varlıklarının belgelenmesi
için bir proje hazırlanarak maddi katkı temini için GAP idaresine
sunuldu, sonuç alınamadı.</li><li> Gaziantep Müze Dostları Derneğince, bir “Zeugma Kurtarma Kazıları
Dosyası” hazırlanarak bilgilendirmek amacıyla etkili olabilecek birçok
kişi ve kuruluşa ulaştırıldı…</li></ul>
<p>KAZI EKİPLERİNİN YAPTIKLARI YAYINLAR:</p>
<h1>MÜZE KURTARMA KAZILARI SEMİNERİ</h1>
<p>* Rifat ERGEÇ, “<em>Belkıs/Zeugma Mozaik Kurtarma Kazısı 1992</em>” IV. Müze Kurtarma Kazıları Semineri s. 321-337, 1993 Ankara</p>
<p>*<em> </em>Rifat ERGEÇ, <em>” 1993-1994 Belkıs/Zeugma Kurtarma Kazıları”</em> VI. Müze Kurtarma Kazıları Semineri, s. 357-369 1996 Ankara</p>
<p>* Rifat ERGEÇ<em>,</em> “<em>Belkıs/Zeugma Roma Villası</em>” VIII. Müze Kurtarma Kazıları Semineri, s.407-417 1997 Ankara</p>
<p>* Rifat ERGEÇ<em>–</em>Mehmet ÖNAL<em>, “Belkıs/Zeugma Roma Hamamı ve Kompleksi Kurtarma Kazısı ” </em> VIII. Müze Kurtarma Kazıları Semineri, s. 419-443 1998</p>
<p>ANATOLİA ANTİQUA</p>
<p>* Catherine MARRO, Aksel TİBET et Rifat<em> </em>ERGEÇ, <em>” Fouilles de Sauvetage de Horum Höyük (Province de Gaziantep):Premier Rapport Preliminaire</em> “Anatolia Antiqua V, Paris, 1997 p.371-391</p>
<p>* Catherine ABADİE-REYNAL et Rifat<em> </em>ERGEÇ<em>,</em> ” Mission de Zeugma – Moyenne Vallee de L’Euphrate” Anatolia Antiqua V, Paris, 1997 p. 349-370</p>
<p>* Catherine ABADİE-REYNAL et Rifat ERGEÇ<em>, ” Zeugma – Moyenne Vallee de L’EuphrateRapport Preliminaire de la Campagne de Fouilles de 1997</em> “Anatolia Antiqua VI, Paris, 1997, p.379-406</p>
<p>* Catherine MARRO, Aksel TİBET et Rifat ERGEÇ<em>, </em>” <em>Fouilles de Sauvetage de Horum Höyük (Province de Gaziantep): Deuxieme Rapport Preliminaire</em> ” Anatolia Antiqua V, Paris, 1997 p. 349-378</p>
<p>* Catherine MARRO, Aksel TİBET et Rifat ERGEÇ, <em>, ” Fouilles de Sauvetage de Horum Höyük (Province de Gaziantep): Troisième Rapport Préliminaire</em> ” Anatolia Antiqua VI, Paris, 1999 p. 285-307.</p>
<p>* Catherine ABADİE-REYNAL, Rifat ERGEÇ et Eyüp BUCAK<em>, ” Zeugma – Moyenne Vallee de L’Euphrate Rapport Preliminaire de la Campagne de Fouilles de 1998</em> “Anatolia Antiqua VII, Paris 1999, p.311-366</p>
<p>KAZI SONUÇLARI TOPLANTISI</p>
<p>* Catherine ABADİE-REYNAL – Rifat ERGEÇ,<em> Zeugma ve Apameia 1996 Çalışmaları,</em></p>
<p>XIX. Kazı Sonuçları Toplantısı II, s.409-424 1997 Ankara</p>
<p>* Aksel TİBET-Catherine MARRO-Rifat ERGEÇ, <em>“Horum Höyük 1997 Çalışmaları</em>” XX. Kazı Sonuçları Toplantısı I, s. 219-240, 1999 Ankara</p>
<p>* Catherine ABADİE-REYNAL – Rifat ERGEÇ, “<em>The Zeugma And Apameia Works 1997″</em> XX. Kazı Sonuçları Toplantısı II, s. 403-416, 1999 Ankara</p>
<p>* Martin HARTMANN-Michael A. SPEIDEL-Rifat ERGEÇ, “<em>Roman Milıtary Forts At Zeugma”</em> ” XX. Kazı Sonuçları Toplantısı II, s. 417-423, 1999 Ankara</p>
<p>* Catherine ABADİE-REYNAL – Rifat ERGEÇ, ” <em>1998 Zeugma Kurtarma Kazısı</em>” 21. Kazı Sonuçları Toplantısı II, s. 249-258, Ankara 2000</p>
<h2>DİĞER YAYINLAR</h2>
<p>* Julian CRİBB, “<em>The Ancient Digger</em>” The Australian Magazine June 1993, s. 18-20</p>
<p>* David KENNEDY, “<em>Zeugma, Une Ville Antique Sur l’Euphrate</em>” Archéologia No:306 Novembre 1994, Dijon / France, p. 26-35</p>
<p>* Rifat ERGEÇ, “<em>Belkıs/Zeugma’da Bir Roma Villası ve Taban Mozaikleri</em>” Arkeoloji ve Sanat 66, 1994 İstanbul.</p>
<p>* Catherine ABADİE-REYNAL’ ın verdiği bir haber, ” <em>Zeugma, pont sur l’Euphrate</em>” Le Monde de la Bible No: 99 Juillet-Aout 1996 s.36</p>
<p>* Rifat ERGEÇ, “<em>Rescue Excavations by the Gaziantep Museum (1992-1994</em>)” The Twin Towns of Zeugma on The Euphrates, Ed: D.Kennedy, Portsmouth 1998 p.81- 91</p>
<p>* Sheila CAMPBELL and Rifat ERGEÇ<em>,</em> ” <em>New Mosaics “Rescue Excavations by the Gaziantep Museum (1992-1994)</em>” The Twin Towns of Zeugma on The Euphrates, Ed: D. Kennedy, Portsmouth 1998 p. 109-128</p>
<p><em>* </em>R.<em> </em>ERGEÇ et J.B. YON, “<em>Nouvelles İnscriptions de Zeugma</em>” ………….. 1-13</p>
<p>* Rifat ERGEÇ, “<em>Belkıs/Zeugma</em>” Dünya Kültür Mirasında Gaziantep, Arkeoloji ve Sanat</p>
<p>Yayınları (Kentbank) 1999 İstanbul, s.169-190</p>
<p>* R. ERGEÇ – C.A. REYNAL – J. GABORİT – P. LERİCHE,<em> </em>“<em>Deux Site Condamnés Dans La Vallée De L’Euphrate Séleucie- Zeugma et Apamée</em>” Archéologia No.343 Mars 1998 Dijon / France, p. 28-39</p>
<p>* Rifat ERGEÇ, “<em>Orta Fırat Kültürleri</em>” Atlas, İstanbul 1996 Ekim, s.143</p>
<ul class="unIndentedList"><li> Rifat ERGEÇ, “<em>Tufanı Beklerken-Belkıs</em>” Atlas, İstanbul 1998 Ağustos, s.82-94</li><li> Rifat ERGEÇ, <em>“Belkıs/Zeugma İdamına Çeyrek Kala Çok Önemli Görevler Üstlendi”</em> Hürriyet Gösteri, İstanbul Haziran-Temmuz 2000, sayı 220, s.72-74</li><li> Rifat ERGEÇ, “Fırat’ın Çocukları” Atlas, İstanbul 2000 Ağustos,</li><li> Rifat ERGEÇ – Nezih BAŞGELEN, Tarihe Son Bakış,</li></ul>
<hr size="1" />[1] 1992 -1999 (ilk dönem) Belkıs-Zeugma kurtarma kazıları başkanı.
<p>[2] G. Algaze ve diğerleri, “<em>The Tigris-Euphrates Archaeological Reconnaissance Project</em> ” Anatolica XX 1994, s. 175 vd.</p>
<p>[3] O. Aytuğ TAŞYÜREK, Eski Çağda Kommagene (basılmamış doktora tezi) İ.Ü. 1974</p>
<p>[4] J. Wagner, Seleukeia am Euphrat / Zeugma, Wiesbaden 1976</p>
<p>[5] Rifat ERGEÇ, “<em>Belkıs/Zeugma Mozaik Kurtarma Kazısı 1992</em>” IV. Müze Kurtarma Kazıları Semineri s. 321-337, 1993 Ankara</p>
<p>[6]
Söz konusu iki parça mozaik pano, 19.06.2000 tarihinde geri
getirilerek Gaziantep Müzesindeki ana parça ile buluşturulmuştur.</p>
<p>[7] Rifat ERGEÇ, <em>” 1993-1994 Belkıs/Zeugma Kurtarma Kazıları”</em> VI. Müze Kurtarma Kazıları Semineri, s. 357-369 1996 Ankara</p>
<p>[8] O zamanki Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürü Prof. Dr. Engin ÖZGEN idi.</p>
<p>[9] Rifat ERGEÇ<em>,</em> “<em>Belkıs/Zeugma Roma Villası</em>” VIII. Müze Kurtarma Kazıları Semineri, s.407-417 1997 Ankara</p>
<p>[10] Zeugma’da ortak yapılan çalışmalar Kazı Sonuçları Sempozmu bildiri kitaplarında ve Anatolia Antiqua’da yayınlanmıştır.</p>
<p>[11]
Horum Höyük, antik Urima kentinin isminin zaman içinde bozulmasıyla bu
ismi almış, antik kaynaklarda belirtilen, fakat kente ait hiçbir
unsurunun tanınıp bilinmediği, günümüzde sadece aynı isimle anılan
höyük kısmı görülebilen bir yerleşim yeridir.</p>
<p>[12] Rifat ERGEÇ<em>–</em>Mehmet ÖNAL<em>, “Belkıs/Zeugma Roma Hamamı ve Kompleksi Kurtarma Kazısı ” </em> VIII. Müze Kurtarma Kazıları Semineri, s. 419-443 1998</p>
<p>[13] Bu alandaki çalışmalar henüz tamamlanmadığından bulla sayısının daha da artması mümkündür.</p>
<p>[14]
Bu alan, baraj kamulaştırma çalışmaları sonucunda kamulaştırma
bedelini alan bahçe sahibinin, diğerleri gibi yeni ürünü bekleme
riskine katlanmayıp Antepfıstığı ağaçlarını kesmesini müteakip ağaç
köklerini de çıkarması sırasında bulunmuştur.</p><p> </p>Ahmet Gökalp ERGEÇhttp://www.blogger.com/profile/02734049072415775613noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-4253021960767544459.post-22412052663441116032020-10-30T20:37:00.000+03:002020-10-30T20:37:18.224+03:00Belkıs/Zeugma Antik Kenti Hakkında Mülâhazalar<h2 style="text-align: left;">Belkıs/Zeugma Antik Kenti Hakkında Mülâhazalar</h2><p><span style="font-size: small;"> Belkıs/Zeugma’nın 1992-1999 dönemi
arkeolojik kazı hafiri ve 1989-1999 dönemi Gaziantep Müze Müdürü
olarak gözlemlerim ve çalışmalarım ışığında konu ile ilgili
düşüncelerimi ve tecrübelerimi, yeni girişimde bulunmak isteyenlere
faydası olabilir kanaatiyle aşağıda sunuyorum.</span></p>
<p>1. Zeugma’nın bulunduğu yer, topografik olarak engebeli ve
gözden uzak birçok noktanın bulunması sebebiyle çok önceden beri
kaçak kazıların yapılmasına imkân vermiş, bu durum Müze
Müdürlüğü’nün sürekli kazılara başladığı dönemde de devam etmiş olup,
denetimlerin sıklaştığı günümüzde az da olsa devam edegelmektedir.
Bunun en başta gelen sebebi de, çevre halkının zahmetsiz kazanç
olarak gördükleri antika bulma ve satma alışkanlıklarıdır.</p>
<p>2. Arkeolojik sit alanı içinde özel mülkiyette çok sayıda
taşınmaz bulunduğu için, uzaktan bakıldığında kaçak kazı yapan ile
fıstık ağacını tımar eden ayırd edilememektedir. Aynı şekilde, elinde
kazma kürekle görülen kişilerin, kaçak kazı ile mi ilgili, yoksa bahçe
işlerini mi yapanlar olduğu bu sebeple ayrılamamaktadır. Bu durum da,
kaçakçılarca savunma aracı olarak kullanılmaktadır. Gene, çevre
halkı tarafından yıllarca, ziraat ve hayvancılık bahanesiyle her yer
karış karış ezberlendiğinden, çok kısa zaman içinde nokta vuruşu
yöntemiyle yoklama yapabilmektedirler. Bölgenin toprağı tünel kazmaya
elverişli olduğundan, kaçak kazı yapanlar, hiç kimseye görünmeden
günlerce (gece-gündüz) yer altında çalışabilmektedirler.</p>
<p>3. Belkıs/Zeugma antik kentinde, öncelikle bu hususlar da
dikkate alınarak güvenlik önlemleri düşünülmelidir. Kimlikleri önceden
beri tanınan eski eser mafyası veya bunların bölgedeki yardımcıları,
her an tetikte beklemekte ve bulunan bir eser haberi aldıklarında
derhal bölge dışına çıkarabilmektedirler. En yakın yardımı ise gene
çevre halkından bu işi geçim yöntemi haline getirenlerden temin
etmektedirler. Bu türlü kişilerin iyi tanınıp, faaliyetleri izlenerek
çevre halkını kaçak kazılara teşvik etmeleri önlenmelidir.</p>
<p>4. Yukarıda örnekleri verilen olumsuz durumlar önlenmeden,
özellikle de tümü veya tam koruma altına alınabilecek kısmı
kamulaştırılmadan Belkıs/Zeugma’da yeni arkeolojik faaliyetlere
başlanmamalıdır.</p>
<p>5. Malûm olduğu üzere iki türlü arkeolojik kazı yapılır.
Birincisi ânî bir fizikî gereklilik üzerine yapılan kurtarma
kazılarıdır ki şartların oluştuğu ve gerektiği her zaman yapılabilir.
Bunun amacı, zamana karşı hareket edip (yol-kanal çalışması-elektik
hattı-baraj-sulama hattı-köprü yapımı vb.) bir an önce kazıyı
tamamlayıp taşınır eserleri tahripten kurtarmaktır. Bu türlü
çalışmalarda gene arkeolojik kazı yöntemleriyle fakat daha hızlı hareket
edilir. Eğer önemli bir anıtsal taşınmaz söz konusu olursa yatırım
faaliyetleri durdurulup tam sonuç alınana kadar çalışmaya devam edilir
ve ilgili Koruma Kurulu’nun kararına göre davranılır. Diğer kazı
yöntemi ise, bilimsel kazılardır.</p>
<p>Bilimsel kazılar, üniversiteler veya enstitüler gibi bilim
kurumları ile müzeler tarafından bilimsel bir gereklilik sebebiyle
yapılırlar. Normal şartlarda böyle bir gereklilik yoksa, sırf mozaik
çıkarmak, heykel bulmak veya turizme açmak için arkeolojik kazı
yapılmaz. Her kazının, aynı zamanda bir tahrip unsuru olduğu da dikkate
alınırsa, kazı için harcanacak her birim meblağın en az üç-dört
katını, restorasyon ve koruma giderleri için planlamak gerekir. Bu
bağlamda, en iyi koruyucunun toprak olduğu da öne sürülmektedir, yani
yeterli şartlar hazır değilse toprak altında kalması koruma açısından
daha faydalıdır. Belkıs/Zeugma’da ayrıca, nerede kazı yapılması
gerektiği bilimsel yöntemlerle saptanmalıdır, yani seçilen yere göre,
çalışılacak ilk üç-beş yılda hiçbir görsel güzelliği olan kültür
varlığı çıkmayabilir. Ayrıca, antik kentin içinde yer aldığı Fırat
Vadisi’nin sahip olduğu killi-marn karakterli yapı taşlarının,
Belkıs/Zeugma yapılarında da kullanıldığı göz önüne alınırsa, kazı
sonucunda ortaya çıkması muhtemel yapı kalıntılarının restorasyon ve
korunmaları için büyük meblağlar gerekebilecektir. Gene aynı taş
yapısından dolayı, aşınma ve dağılma sebebiyle hiçbir zaman Efesos gibi
yapıları ayakta kalmış bir antik kent beklenmemelidir. Efesos’un bu
kadar ayakta kalmış olmasının bir sebebi de, Bizans iskânına maruz
kalmamış olmasıdır. Belkıs/Zeugma ise, M.S. 11. yy’la kadar Bizans
iskânı görmüştür. Bunun bir diğer anlamı ise, her yeni Bizans yapısı
inşa edilirken en az birkaç Roma dönemi yapısının dağıtılmış
olmasıdır. Belkıs/Zeugma’da yapılması planlanan kazı çalışmalarına bu
bilinçle ve önşartlarla yaklaşılmasının antik kentin selâmeti
bakımından faydalı olacağını düşünüyorum.</p>
<p>6. Belkıs/Zeugma’yı bekleyen en büyük tehlike, kanaatimce
kaçakçılardan çok, bilinçsizce yapılacak modern müdahalelerdir.
Turizmden beklenen kazançların göz kamaştırıcı olarak algılanması,
aşırı beklentiler, bölgenin turist potansiyeli ve kapasitesi iyi etüd
edilmeden yapılan aceleci faaliyetler, siyasî şov aracı yapılan
çalışmalar ve politik yatırım düşünceleri bir antik kent için
fecaat derecesini bulan çıkarcı ve yıkıcı yaklaşımlar olup, bu türlüsü
en büyük tehlikedir. En bariz örneği ise Antalya’daki Side antik
kenti olup, ticarî yapılanmalar arasında koskoca antik kent bugün
âdetâ kaybolmuş durumdadır. Bu pencereden baktığımızda, Belkıs/Zeugma
antik kentine turizme hizmet amacıyla yapılan ve Koruma Kurulu’nun
onayladığı plânın da dışına taştığını tahmin ettiğim tesisin yapım
safhasında, meselâ hemen yanıbaşında baraj suyu dururken birkaç
kilometre uzaktan, üstelik ören yerini boydan boya su yolu için kazarak
su getirilmesi gibi durumlar, olaya sadece turizm ve siyaset
penceresinden bakıldığında meydana çıkabilecek olumsuzlukların şimdiden
küçük bir habercisidir. İnşaallah bu konuda ben yanılıyorumdur. Gene
de korkum, Belkıs/Zeugma’da turizme kurban edilecek yaklaşımların
zaman içinde oluşmasıdır.</p>
<p>7. Belkıs/Zeugma’da arkeolojik kazı yapmak için bilimsel
yöntemlerle de olsa her zaman sebep veya bahane bulmak mümkün
olabilir. Ancak her durumda, arkeologların ve bilim kurumlarının
fikri alınmalı ve uygulanmalıdır. 2000 yılında olduğu gibi yurt
dışından eleman getirmek ancak, yabancı finansörün isteği ve acil
durumlar için geçerli olabilir. Ancak, söz konusu acil durum ortadan
kalkmıştır ve zamana yayarak kontrollü ve temkinli normal bilimsel
kazıların zamanıdır. Bunun için dahî, yurt dışından getirilecek hiç
kimseye ihtiyaç yoktur. Türkiye Müzelerinde çalışan uzmanlar ve Türk
Üniversitelerindeki bilim adamları böyle çalışmalar için çok çok
yeterlidir. Türkiye’de, batı ile başabaş giden hatta batının önüne
geçilmiş olan tek bilim dalının arkeoloji olduğu unutulmamalıdır. Bu
bağlamda, ne istediği ve ne düşündüğü çok açık belli olmayan sponsor
kurumlara, onların kaprislerine ve Kültür Bakanlığını dahi muhatap
almayan küçümseyici tavırlarını çekmeye hiç gerek yoktur. Zaten,
herhalde bu konular tam açıklığa kavuşmadığı için Kültür
Bakanlığı’nın yabancı sponsor konusundaki çekinceleri devam
etmektedir.</p>
<p>8. Bir diğer önemli konu ise, gerek muhtemel kazılar
sırasında ve gerekse örenyerinin bu günkü durumunda, kesinlikle gezi
güzergâhı belirlenmeden antik kente ziyaretçi alınmamalıdır. Bu
bağlamda, Müze Müdürlüğü’nce derhal bir gezi güzergâhı belirlenmeli ve
arazide işaretlenmelidir. Örenyerinde güvenliği sağlamak üzere
mutlaka görevli konulmalı, bu görevliler, en çok bu hususta dikkatli
olmalı ve güzergâh dışına çıkılmaya kesinlikle müsaade etmemelidir.
Kontrolsuz ve gezi alanı dışındaki geziler, ziyaretçiler veya
ziyaretçi görüntüsü altında gelenler, kaçak kazılara, hatıra amacıyla
iyi niyetli de olsa ören yerinden keramik veya mozaik parçaları
almaya, taşların üzerine isim kazımak gibi çeşitli tahriplere yol
açacağı gibi, aslında pek önemsenmeyen fakat fark edildiğinde büyük
boyutlara ulaşmış olduğu görülen, turistlerin kontrolsüz ayakkabı ve
adım erezyonudur. Bu yüzden gezi yolu da iyi belirlenmeli, gerekiyorsa
mucur dökülerek kültür toprağı üzerinde tabaka oluşturulmalıdır.</p>
<p>9. Belkıs/Zeugma’da bugün ziyaretçiler için bazı işler
yapmak mümkündür. 1992’de çalışılan villanın kazısı fıstık ağaçları
satın alınamadığı için tamamlanamamıştı. Birkaç ağacın satın
alınmasını takiben villanın odalarının yarım kalmış kazıları
tamamlandığında, birçok unsuru tamam olduğundan, bir restorasyon
projesi hazırlanıp, çok fazla harcama yapmadan bu villayı ayağa
kaldırmak mümkündür. Bu işlem tamamlandığında, ortaya hem gezilecek
mekânlar çıkacak ve hem de kapalı mekânda hazırlanacak belgesel
malzeme (kazının safhalarını gösteren resimler- Belkıs/Zeugma’nın
tarihçesi- kazılar hakkında genel bilgiler-buradan çıkarılmış eserlerin
fotoğrafları gibi) ile küçük bir doküman müzeciği hazırlamak mümkün
olup, böylece Belkıs/Zeugma’ya kadar gelmiş olan turistlere antik kent
hakkında bilgi verecek bir merkez oluşacaktır. Bu husus ciddî ele
alınırsa oldukça kısa zamanda hazırlanabilir.</p>
<p>10. Son zamanlarda sık sık Belkıs/Zeugma’da, yakın çevresinde
veya Nizip’te antik kentten çıkmış olan mozaiklerin ve eserlerin
sergileneceği bir müze yapılması gerektiğinden bahsedilmektedir.
Öncelikle Belkıs/Zeugma gibi bir örenyerinde, kazıların en az dörtte
üçü tamamlanmadan bir örenyeri müzesi düşünülmemelidir. Müzeler, bir
çok kişinin düşündüğü gibi sadece sergi salonları olmayıp, günümüzde
bir bilim dalı hüviyeti kazanmış olan müzeoloji ışığında çalışan,
depoları, atölyeleri, araştırma birimleri, dokümantasyon birimleri,
belgeleme birimleri, bilimsel kitaplıkları, didaktik teşhir ve tanzim
üniteleri olan devamlı araştırma ve kendi kendini yenileme halindeki
bilim kurumlarıdır. Takdir edilir ki, bu kabil bilim kurumlarının
Nizip’te veya bir köyde yahut da örenyeri içinde bu şekilde
çalışmaları mümkün değildir. Ülkemizdeki birkaç örenyeri müzesi bu
sebepten adeta donmuş durumdadır. Aslında, İtalya’daki Pompei’de olduğu
gibi, kültür varlıklarını ait oldukları yerde ve kendi ortamları
içinde sergilemek en ideal olan yöntemdir. Fakat, ancak kazıların
tamamlanmış olması, restorasyonların bitirilmesi ve güvenlik
önlemlerinin tam olarak alınması ve düzenlenmesinden sonra ziyarete
açılabilir. 1992 yılında bulduğumuz Dionysos mozaiğini mimarîsi ile
birlikte yerinde koruduğumuz için İCOM (uluslar arası müzeler birliği)
tarafından birçok övgüler almıştık. Ancak, şartların hızla değişmesi
sonucunda güvenlik önlemlerine rağmen bir bölümünün çalınması
önlenemedi. Belkıs/Zeugma antik kentinin gözlem altında olabilecek
müsait bir yerinde hazırlanacak bir bölümde, ancak oradaki kazısı
bitirilmiş binalara ait sütun ve sütun parçaları, başlıklar, süslü taş
mimarî parçalar gibi taşınmaz kültür varlıkları, yağmur ve güneşten
korumak amacıyla geçici bir sundurma altında teşhir edilebilirler.</p>
<p>11. Sonuç olarak Belkıs/Zeugma, kazı sebepleri ve
gereklerine göre lüzum hasıl oldukça, ne istendiği bilinerek, neyin
amaçlandığı belirlenerek ve bu konudaki inisyatif sadece arkeologlara
ve müzecilere bırakılarak, Türkiye şartları içinde (Kültür Bakanlığı
örenyeri gelirleri bile bunun için yeterli olabilir, hatta Gaziantep
İli içindeki müze ve örenyeri gelirleri sırf bu amaç için Gaziantep
Valiliği’ne bırakılabilir) veya yerli sponsorlar desteğinde
çalışılmalıdır. Bugün ancak yüzde onbeş-yirmisi açığa çıkarılmış olan
Efesos antik kentinin, yaklaşık 130 yıldan buyana kazıldığını
unutmamak gerekir.</p>
<p>Başarı dileklerimle</p>
<span style="font-size: small;">Yrd. Doç. Dr Rifat ERGEÇ<br />
Arkeolog</span><p> </p>Ahmet Gökalp ERGEÇhttp://www.blogger.com/profile/02734049072415775613noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-4253021960767544459.post-67484124445253406522020-10-30T20:13:00.001+03:002020-10-30T20:14:30.969+03:00Fırat Seleukeia'sı yahut Zeugma<p> </p><p align="center"><b>FIRAT SELEUKEİA’SI YAHUT ZEUGMA</b><sup>[1]</sup></p>
<p><b></b></p>
<p><b></b></p>
<p><b></b></p>
<p style="text-align: right;">Dr. Rifat ERGEÇ<sup>[2]</sup></p>
<p><b>İ.Ü. Ed.Fak. “Anadolu Araştırmaları XVI”, s. 201-226, İstanbul 2002’de yayınlanmıştır.</b></p>
<p><b></b></p>
<p>Fırat Nehri bilindiği gibi Anadolu’nun kuzey-doğusuna yakın bir
yerlerden doğar, önemli yan kollarla beslenip, sarp dağları, birçok
derin vadileri zaman zaman kendini alamadan ve hızına hakim olamadan
coşkun fakat vakur bir edayla geçer, bazan da düzlüğe çıktığında sanki
dinlenmek ihtiyacıyla yayılır ve sakin sakin akardı. Fırat Nehri bir
zamanlar akardı, çünkü O’ nun, etrafına bereket bahşetmek, kıyılarına
hayat vermek, kendi tabiatını veya ekolojisini oluşturmak, insanlara can
verip medeniyetler meydana getirmelerine imkân sağlamak gibi tanrısal
bir görevi vardı <b>(Harita 1)</b>. Belki de bu yüzden kutsal kitaplarda Fırat’a “<i>cennet ırmağı</i>
” benzetmesi yakıştırılmıştı. Fırat Nehri yüzyıllar bin yıllar boyu
aktı durdu, ama görevi hiç değişmedi, hep medeniyetler yeşertti<sup>[3]</sup>.
Kıyılarında yaşayanların nezdinde, hep korkulan, saygı duyulan bir
büyük sudan öte başlıbaşına bir mefhum oldu. Bazan adalet bile O’ndan
soruldu da, vakitsiz ölümlere veya suç ve cezaya vesile edildi ya da
bahane arandı. Fırat, Anadolu’yu neredeyse kuzeyden güneye bölerken hep
sarplığı, güçlüğü ve geçilmezi temsil etti. Fakat, insanlara bir de
kolaylık sağlamış, iki yerde iki önemli geçit vermişti, doğudakiler
batıya geçebilsinler ya da tersi olsun diye. Bu geçitlerin birisi Samsat
idi, bir zamanların görkemli Samosata’sı. Tanınmayacak kadar kocamış o
görkemli başkent, tıpkı Eskimolar’ın yaşlı insanları beyaz ayıya terk
etmeleri gibi vazgeçilerek mavi sulara terk edildi ve yavaş yavaş batışı
seyredildi. İbret alınması beklenirken, gene tarihe tanıklık etmiş,
fakat bu sefer Fırat Seleukeia’sı yahut Zeugma ismiyle daha çok tanınan
bir tanesi daha, göz göre göre terk edildi, hem de Samsat’ta olduğu gibi
gene sularda boğulmasına izin verilerek.</p>
<p>20. yüzyılın başlarından beri devam eden kaçak kazılar ve kültür
varlığı kaçakçılığı sonucunda Zeugma’nın adı, batı müzelerinde ve bilim
aleminde duyulmuş, dünyanın çeşitli müze ve özel koleksiyonlarında
bulunduğu saptanan figürlü mozaik panolar, heykeller ve kabartmalar,
figürinler veya çeşitli sanat eserleriyle<sup>[4]</sup> antik kentin kendisinden çok daha önce tanınmıştır.</p>
<p>1992-1999 yılları arasında Gaziantep Müzesi Zeugma’da kendi adına
kazılar ve araştırmalar yaptı. Bu süre zarfında bir villa hemen tamamen,
iki villa ise kısmen kazıldı, ayrıca bir arşiv binası, bir mezar odası,
bir mezar odası terası ve üç münferit mozaik kazısı ile bir hamam ve
gymnasium kazısı gerçekleştirildi. Gene Gaziantep Müzesinin
başkanlığında olmak üzere, ayrıca yürütülen araştırma ve kazılara 1993
yılında Perth Üniversitesinden Prof. Dr. David Kennedy ve ekibi iki
hafta süreyle, Doç. Dr, Catherine Abadie-Reynal başkanlığında İFEA ve
Nantes Üniversitesi ekibi 1996 yılından itibaren, Dr. Martin Hartmann
başkanlığındaki bir ekip de 1997 yılından itibaren katıldılar<sup>[5]</sup>.
2000 yılı ortalarından itibaren yurtdışından bir vakıfın sponsorluğu
ile uluslar arası geniş bir katılımla son müdahaleler yapıldı ve 2000
yılı sonlarında baraj sularının maksimum kota erişmesiyle Zeugma’nın bir
devri de battı gitti<sup>[6]</sup>.</p>
<p>Zeugma’nın, “<i>geçit</i>” veya “<i>geçit yeri</i>” ni ifade eden kelime anlamı, öncelikle coğrafik bir ifade olmalıdır. Her ne kadar “<i>Zeugma</i>”
kelimesi Grekçe ise de, daha önce buralarda yaşayan ve bu geçidi
kullanan tüm değişik halkların dilinde de aynı anlama gelen bir kelime
ile anılmış olsa gerektir. Zeugma Geçidi’nin en azından Anadolu’nun yol
ve geçit yeri imkânlarını iyi araştırmış olan Asurlu Kolonistler
Çağı’ndan beri tanınıp kullanıldığını, buna dayanarak da geçidin her iki
yakasına öteden beri yerleşildiğini düşünmek mümkündür <b>(Resim. 1)</b>.
M.Ö. 300/299 ‘da Seleukos I Nikator, Fırat’ı geçmek üzere buraya
geldiğinde ıssız bir geçit yeri bulmamış, aksine en azından coğrafik
fonksiyonu ile anılarak “<i>Geçit=Zeugma</i>” denilen ve buradaki
geliş-gidişlerden geçimini temin eden insanların yaşadığı bir de
yerleşim yeri ile karşılaşmış olmalıdır. Seleukos I Nikator, işte bu
yerleşim yerini Hellenistik mimarî ve inşa gelenekleri ile ihya ederek
kendi adını vermiş, şehir de zaman içinde her iki isimle birlikte, bazan
biri ötekine tercih edilse de Zeugma ve Fırat Seleukeia’sı olarak
anılmıştır<sup>[7]</sup>.
Fırat Nehri üzerindeki bu geçitin ne kadar önemli olduğu, Seleukos I
Nikator’un sadece yeniden inşa ettirdiği veya elden geçirttirerek “<i>Fırat Seleukeia’sı</i>”
adını verdiği şehirle yetinmeyip, muhtemelen geçidin korunmasını
garanti altına almak üzere karşı kıyıda da ikinci bir şehir kurmak
ihtiyacını hissetmiş olmasından anlaşılmaktadır. Buradaki, ihtimal Fırat
Seleukeiası’ndan daha küçük olan yerleşmeyi disipline ederek ve gene
Hellenistik inşa geleneklerini kullanarak Pers asıllı bir prenses olan
karısı Apama’nın adını verdiği Apameia kentini tesis etmiştir. Burada
yapılan yüzey araştırması ve arkeolojik kazılardan edinilen bilgiye göre
Apameia’nın gerek kara ve gerekse nehir kenarındaki şehir surlarının
inşa tekniği, taş işçiliği, kulelerin biçimi ve planları ile şehir
kapısı planları tam anlamıyla Hellenistik inşa karakterini
yansıtmaktadır<sup>[8]</sup>.
Daha sonraki dönemlerde Zeugma /Seleukeia’nın aşırı gelişmesi
karşısında giderek önemini kaybettiği anlaşılan Apameia kenti eğer
Birecik barajının suları altında kalmasaydı, arkeolojik kazısı
yapıldığında döneminden sonra büyük bölümüne hemen hemen hiç el değmemiş
bir Hellenistik kenti en azından mimarîsi ile tanıma imkânını
bulabilecektik. Kısmen antik kentin üzerine yerleşmiş olan Til Musa
(Keskince) köyü sakinlerinin çok verimli olan alüvyon toprağında yoğun
sebze ve meyve bahçesi çalışmaları sırasında rastladıkları yapı
taşlarını sökerek yeni tarım alanı açtıkları veya mevcut olanı
genişlettikleri, çıkardıkları yapı taşlarını da bahçe duvarı veya yeni
inşa edilen evlerde temel taşı olarak kullandıkları saptanmıştır. Fakat
işin daha kötü yanı, genellikle sökülen bu taşlar bazan karşılaşıldığı
gibi merdiven basamağı veya köşe taşı gibi tek parça değil kırılarak
küçük parçalar halinde kullanılmıştır. Yani, bu ikinci kullanımlarında
dahi işlenmiş taşları tesbit ederek, fikir yürütmek ya da tarihleme
yapmak imkânı kalmamıştır. Apameia’nın, jeo-manyetik tesbitler ve sondaj
kazıları yapılmış doğu tarafında yer alan surlar, dikdörtgen ve
yuvarlak kesitli kuleler, iki kuleli ve iç avlulu şehir kapısı gibi
bölümlerdeki çalışmalarından elde edilen bilgilere göre antik şehirin en
azından bu kesiminde, Hellenistik katların üzerinde Roma yerleşimi
bulunmamaktadır. Gene antik kentin bu kesiminde, sebze bahçeleri içinde
yapılan jeo-manyetik tesbitler ve sondajlardan Apameia antik kentinin
şehirciliğine ilişkin önemli bilgiler elde edilmiştir. Buna göre antik
kent, Fırat kıyısından başlayıp kuzeye doğru gittikten sonra köşe
yaparak batıya yönelen ve bugünkü Til Musa köyünden geçerek gene Fırat
kıyısında sona eren, tesbit edildiği kadarıyla 22-23 kule ile
desteklenmiş kara surları ile çevrilmekte <b>(Harita 2)</b>,
nehir kıyısında ise polygonal işçilikli surlarla birleşmektedir.
Hellenistik kent, Hippodamos tarzında düzenli bir plana sahip olmakla
beraber, Ortadoğu tipi ince uzun yapı adalarının bir çoğunun iskân
edilmediği anlaşılmaktadır. Bu da, kentin tamamının Helenistik dönemde
iskân edilmediği gibi Roma döneminde de Nehirin bu kesimine pek itibar
edilmediğini ortaya koymaktadır. Bazı bölümlerde de çok seyrek olarak
Part ve sonra Bizans kalıntılarına rastlanmaktadır.</p>
<p>Esas yerleşimin Seleukeia/Zeugma’da olmasının mantığını, antik çağda
çok iyi izlenen strateji politikasında aramak gerekir. Çünkü Hellenistik
Çağ’da, önceleri çok önemli olmamasına rağmen dönemin sonlarında
kutuplaşmaya başlayan doğu-batı (Seleukos-Part ve sonra Roma-Part)
ilişkileri nedeniyle Fırat Nehri’nin taşıdığı önem, I. bin yılın siyasi
hareketlerinde olduğu gibi<sup>[9]</sup>
bir kez daha anlaşılmış olmalıdır ki, artık Fırat Nehri doğal bir
sınır, bir set veya siper gibi görülmeye başlanmış ve Fırat boylarının
korunması gündeme gelmiştir<sup>[10]</sup>.
Bu düşünce biçiminin sonucu olsa gerek Nehir’in batı kıyısında yer
aldığından ve su çizgisinden itibaren güneye doğru yükselen yamaçlar ve
tepelerden oluşan elverişli bir topografyaya sahip olduğundan
Seleukeia/Zeugma’da yerleşmek, burada yaşayan tüm insanlara, sivillere,
tüccarlara, zenaatkârlara, sanatçılara ve çeşitli üreticilere, tabii
özellikle de askerlere daha güvenli ve cazip gelmiş olsa gerektir. Bunun
sonucu olarak da Kommagene Kralları Seleukeia/Zeugma’ ya özel bir önem
göstermişler, Roma ordusu Part seferlerine burada hazırlanıp yola
çıkmaya başlamış, daha sonra Roma hakimiyetine girdiği M.Ö. 31 yılından
sonra Roma lejyonları Part Krallığına doğrudan sınır olduğu için (önce
X. Fretensis, sonra da Legio IIII Scythica) artık burada
konuşlanmışlardır. Lejyonların şehirde yerleşmesi şüphesiz şehirin
ticarî ve kültürel hayatı bakımından bir avantaj idi. Çünkü, yaklaşık 5
bin askerin her türlü ihtiyacı buradan karşılandığı gibi, emekli olan
askerlerin, fakat özellikle de Roma İmparatorluğunun değişik yerlerinden
gelmiş farklı kültürlere ve sanat anlayışına sahip yüksek rütbeli
subayların şehirin kültür hayatına yaptığı hatırı sayılır katkıyı
düşünmemek mümkün değildir. Belki de sadece bu yüzden,
Seleukeia/Zeugma’nın mesela kendine has mezar odaları ve mimarîsi ile
heykeltraşlığı gelişmiş ve kendini göstermiştir<sup>[11]</sup>.
Şehirin üç tarafını çeviren ve iskân mahallelerinden daha geniş bir
alana yayılan nekropollerde, çok sayıda gömünün yapıldığı ve içleri çoğu
zaman çiçek motifli fresklerle bezenerek cennetin tasvir edildiği büyük
mezar odaları bulunmaktadır. Kayaya oyulmuş düz sandık tipi mezarlar,
loculuslar, çiftli arkesoliumlar, dikdörtgen ve kavisli teknelere sahip
çeşitli lahitler ve urneler gibi farklı ölü gömme geleneklerini ihtiva
eden mezar odalarının, aileler veya meslek grupları gibi kurumlar
tarafından topluca ve sürekli kullanımı sonucunda oluşan iskelet
depoları, mezar odalarının önünde oluşturulan teraslar ve buralarda yer
alan anakaya yüzeylerine, yarım veya boydan yapılmış münferit kartuşlara
büst yahut boydan resmedilmiş ölü kabartmaları ile gene mezar odasında
bulunanlara ait bazısı kitabeli yüksek kaidelere sahip heykeller,
muhtemelen Palmyra ve Petra etkisiyle başlayıp kendi tarzını yaratan
gelişmenin tezahürleridir. Fakat, bölgede başka bir nekropolde
görülmeyen mezar odası önündeki teras geleneğinin, Kommagene Kral
Kültü’nün ürünü olan “<i>kutsal teras</i>“ların etkisini taşıdığı da
göz ardı edilmemelidir. Tamamen Zeugma karakteri olan kartal figürlü
mezar stelleri erkekleri, yün sepetleri ise ev kadınını simgelemektedir.
Buna göre, iki kartallı mezar stelini baba-oğul veya iki erkek kardeşe,
bir kartal-bir yün sepetli steli ise karı-kocaya atfetmek mümkündür.
2000 yılı çalışmalarında ilk defa bir mezar stelinde iki yün sepeti
görülmüştür ki, bu da anne-kız veya iki kız kardeşi simgeliyor olsa
gerektir.</p>
<p>Seleukeia/Zeugma, sahip olduğu nehir geçidi sayesinde özellikle M.S.
I. ve II. yüzyıllarda çok gelişmiş ve zenginleşmişti. Çünkü, doğu-batı
arasındaki ticaretin hatta uzak doğudan gelen ticarî malların adeta
gümrük kapısıydı. Ayrıca nehir üzerinden sallarla yapılan ticaretin
öneminden bahseden Strabon’u unutmamak gerekir<sup>[12]</sup>.
Bu yol güzergâhının güney veya kuzeyinde iç kısımlarda bulunan yerleşim
yerlerinden gelen tüccarların Zeugma’da üstlenmiş olmaları
kaçınılmazdır. 1992-1999 yıllarında Gaziantep Müzesince yapılan Fırat
boyundaki çalışmalarda, Fırat’a kıyısı olan hemen her eski yerleşim
yerinde bir iskeleye rastlanmış olması, dönem gözetmemekle birlikte
geleneksel nehir seyrüseferi hakkında bilgi vermektedir. Diğer taraftan,
doğulu düşmanlar dikkate alındığında Fırat Nehri doğal bir korunma
seddi, Zeugma’daki “<i>Fırat Nehri Geçidi</i>” de kontrol altında tutulan önemli bir köprü/kapı durumundaydı. Zeugma kelimesinin, bazan farklı bir kavram algılanması ile <i>“köprü”</i>
anlamında da kullanılması antik dönemde Zeugma’da sanki bir köprü
yapısı varmış intibaını uyandırmaktadır. Hellenistik veya Roma çağında
Fırat gibi rejimi düzensiz bir büyük nehir üzerine köprü inşa etmenin
zorluğu hatta imkânsızlığı malûmdur. Ancak geçici olarak yapılması
muhtemel, birbirine bağlanmış sallardan oluşan köprüleri düşünmek
mümkündür ki, bugüne kadar Zeugma’da yapılan çalışmalarda bunu
doğrulayacak, en azından nehirin iki yakasında birer bağlantı ayakları
gibi bir somut bir kanıta rastlanmamıştır.<sup>[13]</sup>
Sal köprünün varlığı kabul edilse dahi bunların yılda birkaç kez,
mesela suların yükseldiği ilkbahar taşkınlarından sonra yenilendiğini ve
devamlı bakım-onarıma ihtiyaç gösterdiğini kabul etmek gerekir. Böyle
düzensiz bir durumun geçişleri zorlaştırdığı gibi güvenliği de
aksatacağı dikkate alınmalıdır. Fakat başka bir ihtimal daha akla yatkın
görünmektedir. Buna göre; birçok kaynakta söz konusu yerden
bahsedilirken kullanılan <i>“Zeugma Geçitleri”</i> ifadesi, Zeugma’da
birden çok geçit yerinin varlığını düşündürmektedir. Bu durumda da
hemen, antik kentin batı tarafında Fırat üzerinde görülen nehir adaları
akla gelmektedir. Her ne kadar zaman zaman yerleri değişse de Fırat
Nehri boyunca birçok yerde görüldüğü gibi bu kesimde de akıntının
getirdiği kum ve miller ile bunların üzerinde tutunan bitkiler adalar
oluşturmuş olup, nehir burada birkaç kola ayrılarak akmaktadır. Adaların
arasından akan nehirin dar aralıklarının sal veya benzeri alt yapıdan
oluşan köprülerle aşılması hem daha kolay ve hem de bakımı daha basit
olduğundan tercih edilmiş olsa gerektir. Bu kabil geçitlerin hemen her
dönemde tesis edilmesinin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Önemli olan,
güvenlik bakımından buraları kontrol altında tutmaktır ki, Zeugma kenti
topografyasının önemi de burada öne çıkmaktadır. Nitekim, Birecik Nehir
Geçiti’nin önem kazanmasıyla Zeugma’nın artık terk edildiği bilinen M.S.
XI. yy’ dan epeyce sonra, 1418 yıllarında bölgede yaşanan askerî
hareketlilik sırasında dahi, Ak-Koyunlu Beyi Kara Yülük Osman Bey ve
komutasındaki askerî birliğin Fırat’ı Zagma (Zeugma)’ dan geçtiği
belirtilmektedir<sup>[14]</sup>.</p>
<p>Tüccarlar, yolcular ve askerler açısından özellikle eski çağda
kaderci olmanın büyük önemi olsa gerektir. Hepsi de geleceklerini iyi
bir talihe veya şanslı olmaya bağlamaktadırlar. Gerek Fırat’ı aşan
doğu-batı yolunun, gerek Nehir yolunun ve gerekse Fırat’a paralel giden
güney-kuzey yolunun kesiştiği yer Zeugma idi. Çok uzaklardan görülebilen
akropol tepesi üzerine bir Tykhe tapınağı inşa etmenin, bütün bu
yollardan geçip giden insanların bu tapınağı ziyaret ederek güzel bir
şansa, iyi bir talihe sahip olmak için dua etmelerini sağlamanın,
Zeugma’nın cazibesini artırmak ve önemini korumak bakımından ayrı bir
anlamı olsa gerektir. Akropol tepesi ve Tykhe tapınağının Zeugma
sikkeleri üzerinde yer alması da, bunların taşıdığı önemin bir
göstergesidir<sup>[15]</sup>.</p>
<p>1996-1997 yıllarında Gaziantep Müzesi’nin çalışmaları sırasında
saptanan nehir kıyısındaki, depo, atelye ve diğer zenaat kollarına ait
işyerlerinden sarfınazar edilecek olursa iskân mahalleleri, akropol
tepesinin etekleri ile kıyı bandındaki atelyelerin arasında yer
almaktadır. Bu kesimdeki atelyeler, genellikle kıyıya yakın yerlerdeki
ana kaya içine oyulmuş mağaramsı mekânlardan oluşmakta ve su ile ilgili
mesela, iplik yıkama, boyama, yün işçiliği, dericilik ve benzeri iş
kollarını içerdiği anlaşılmaktadır. Bunların birisinde de Nehir
Tanrısı’nın bir kabartması bulunmuştur.</p>
<p>Zeugma şehrinin mimarîsine dair önemli bilgiler elde edilmiştir.
Şehrin, halen görülebilen veya toprak üzerinde net olarak izlenebilen
bir suru bulunmamaktadır. Sadece, nehire yakın sayılacak bir alanda
yapılan sondaj kazısında Hellenistik Döneme ait olduğu sanılan ve nehire
doğru açılı olan giden, şehir suru olabilecek cesamette duvarlara
rastlanmış olması, Hellenistik Devirde kara suruna gerek duyulduğunu
kanıtlamaktadır. Roma Döneminde ise, şimdiki bilgiye göre ne kara ne de
nehir surlarının bulunduğuna dair henüz somut bir bulguya
rastlanmamıştır. Bu durumda, Zeugma’nın Hellenistik döneme ait olduğu
sanılan surları, Apameia’da kesinlik kazanmış olan ve iyi izlenebilen
kule destekli surlarıyla çağdaş olmalıdır. Özellikle Roma Çağı’nda
Zeugma için asıl tehlikenin geleceği doğu kesimini Fırat koruduğundan,
belki de ayrıca bir tahkimata gerek duyulmamıştır. Fakat iki dere yatağı
sayılmazsa nehir kıyısından itibaren yükselen oldukça dik yamaçlardan
savunmada istifade edilmiş olması muhtemeldir.</p>
<p>Zeugma şehir topografyası, Romalı gibi düşünen her Zeugmalı için
bulunmaz imkânlar sunmaktadır. Çünkü, zenginliğin ve gösterişin ifadesi
olan villaları inşa etmek için safalı yerler o kadar çoktur ki, Akropol
tepesi eteklerinden Fırat kıyılarına doğru inen yamaçlar hem dikey, hem
de yatay kıvrımlar yaparak adeta iskân alanını genişletmektedir. Eğimi
bazan hiç de küçümsenmeyecek kadar fazla olan yamaçlar, hem Fırat
Nehrinin batıya doğru uzanan eşşiz güzellikteki vadisine nâzırdı ve hem
de vadiden gelen rüzgârı alarak yaz sıcaklarını hafifletiyordu. Roma
geleneğine uygun olarak şehirin üst kısımlarına doğru yayılan villalar,
yamaçta zeminin düzeltilmesiyle elde edilen teraslar üzerine
oturtulurken, zemin kayasından faydalanılması da ihmal edilmemiştir.
1992 yılında Gaziantep Müzesince yapılan kazılarda bulunan I. villanın<sup>[16]</sup>
inşasında, tamamen zemin kayasına sadık kalındığı anlaşılmaktadır. Bu
villada, ara kat, tablinium, galeri, atrium, mahzen, teras, koridor ve
diğer üç odanın hepsi de zemin kayasına bağlı olarak birbirinden farklı
zemin kotlarına sahiptirler. Gerek I. villa ve gerekse ikiz villalar
bölgesindeki çalışmalardan anlaşıldığına göre iskân mahallerindeki
villalar, en azından şimdiki bilgilere göre duvar duvara bitişik bir
yapı göstermektedir. Zemindeki sağlam kayayı bularak inşaatı üzerine
yapmak, binanın sağlamlığı kadar kışın eğimli yamaçlardan hızla gelen
yağmur sularından sakınmak için de gerekli olmalıdır. Yağmur sularının
ve akabinde oluşan toprak erozyonunun Zeugma için, <i>“Side Limanı’nın Kumları”</i>
gibi bir baş belası olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim 1997-1998 ‘de
yapılan çalışmalarda ele geçen ve Fırat’a doğru yönelerek yan
bağlantılarla da kapasitesinin genişletildiği anlaşılan bir su kanalının
işçiliği ve yapı taşı kalitesinin toprak üzerindeki yapılardan çok daha
kaliteli ve itinalı olması konuya verilen önemi yansıtmaktadır. Zeugma
kentinde, akropol eteklerinden başlayıp eğimli yamaçları toprak altında
oldukça derinden kat eden ve tıpkı Seleukeia Pieria limanında olduğu
gibi yağmur sularını toplayarak nehir kıyısına tahliye eden bir kanallar
sistemi olduğu anlaşılmaktadır<sup>[17]</sup>.
Bu önlemlere rağmen, özellikle yağmur ve rüzgâr erozyonu sonucunda
antik kent, ortalama 4-5 m, çukur ve kuytu yerlerde ise 8 metreye varan
bir toprak ve moloz dolgu ile kaplanmıştır.</p>
<p>Villa inşaatlarında anakayayı bulmanın bir gereğinin de, evin
ihtiyacı olan içme ve kullanma suyunu saklamak için sarnıç yapmak olduğu
anlaşılmaktadır. Zeugma’nın, Fırat gibi dev bir su kütlesinin kenarında
yer almasına rağmen susuzluk problemi çeken bir şehir olduğu
anlaşılmaktadır. I. villada iki adet ve diğer villalarda da en az ikişer
adet sarnıcın bulunması bunu doğrulamaktadır<sup>[18]</sup>.
Bu sarnıçlar, tıpkı bir ampul gibi dar ağızlı, aşağıya doğru
genişleyen, 5-6m derinliğe sahip olan ve içleri birkaç kat kaliteli sıva
ile kaplanmış su yapılarıdır. I. villada olduğu gibi kimisinin ağız
kısmında bir bilezik taşı konularak kuyu çıkrığı ile su çekildiği
saptanmıştır. Sarnıçlardaki suyun nasıl temin edildiği ise kesin olarak
belirgin değildir. Doğal olarak ilk akla gelen yağmur suyudur ki, zaten
atriumdan başlayıp birkaç yöne doğru yayılan zemin kayasına oyulmuş ince
kanalların varlığı bunu doğrulamaktadır. Ancak, batıdaki dağlık
kesimden Zeugma’ya doğru gelen ve çok seyrek izlenebilen su
kemerlerinden yola çıkarak bu yamaç şehrinde belirli kotlara kadar
şebeke suyunun ulaşıp ulaşmadığı henüz bilinmemektedir.</p>
<p>Yazları, sıcak olduğu kadar Fırat Vadisi’nin nemli havasının
etkisiyle bunaltıcı hale gelen iklimde yaşamanın zorluğunun, bölgenin
eski mimarî geleneklerinden de faydalanılarak hafifletilmiş olduğu
anlaşılmaktadır. Plan olarak, sıcak iklimin getirdiği avlulu yapılar
mecburiyeti, en azından Hellenistik dönemden itibaren ve dönem içinde
Priene ve Delos evleriyle karakterize edilen avlulu ev tipi Zeugma’da
sistemli şekilde gelişerek kullanılmış, bu plan tipi Roma Çağı’nda da
devam etmiştir. Bölgede bugün dahi geleneksel ev mimarîsi bu esasa göre
yapılmaktadır. Zeugma’daki I. villanın, kenarlarında üçer sütunun yer
aldığı ve derince olan tabanı geometrik desenli mozaiklerle kaplı bir
atriumun etrafında gelişen mekânlardan oluştuğu, atriumun aynı zamanda
bir implivium olarak da kullanıldığı anlaşılmaktadır ki, bulunan diğer
villalarda da benzer bir ana planın korunduğu saptanmıştır<sup>[19]</sup>.
Atrium sütunlarının, örnekleri mesela Kilikya’da Olba’daki Zeus
tapınağında da görüldüğü gibi yivleri yarıya kadar işlenmiş olup,
Pamphilia Seleukeia’sı/Lyrbe’dekiler<sup>[20]</sup>
gibi yivlerin araları kapalı yani kanalların arası doludur. Başlıklar,
dor tarzının dejenere olmuş görüntüsü içinde, küçülmüş olup, basık ve
ince biçimler göstermektedirler. Buna mukabil sütunlar başlık itibarıyla
dor nizamında gibi gözükse de, basit ve yayvan tek thoruslu bir kaideye
sahiptirler.</p>
<p>Ev mimarisinde en önemli husus, ana kayadan müsait olduğu yerlerde
duvar olarak faydalanılması dışında, duvarların kerpiçten yapılmış
olmasıdır. İç bölme duvarları genellikle, yerli killi-kalker taşlardan
köşe blokları ile desteklenen yaklaşık 0.40X0.40X0.15m ebadındaki kare
biçimli kerpiçlerle örülmüştür. Duvar boyunun uzun olması durumunda,
kalker blokların yer yer sağlamlaştırmada kullanıldıkları görülmektedir.
Fırat Vadisi’nin jeolojik yapısı killi kireçtaşından oluşan bir
karakter göstermektedir. Buradan elde edilen yapı taşları hava ile
temasında, kuruyarak çatlamakta ve derin yarıklar oluşmakta, giderek de
parçalanmaktadır. Çok önemli binalar dışında Zeugma yapılarının
genelinde bu yerli taş kullanılmaktadır. Bu sebeple, gerek köşe taşları
ve destek blokları ve gerekse kerpiç duvarlar önce kaba sıva, sonra
birkaç kat ince sıva ve sonra gerekiyorsa bol kireçli fresk sıvası ile
kaplanarak taşların hava ile temasının önlenmesine azamî dikkat
gösterilmiştir. Bazı hallerde, sıvalı duvar yüzeyleri koyu tonlarda
olmak üzere sarı-kırmızı-mavi-yeşil renklerde boyanmış, bazan da üzerine
de alçıdan konkav ve konveks profilli çerçeveler aplike edilerek
süslenmiştir. Yapıların değişik evrelerinde, fresklerin yenilenmesinin
icap ettiği hallerde dahi eski sıva kaldırılmamış, mevcut yüzey
taraklanıp yaralanarak yeni fresk sıvası bunun üzerine yapılmıştır. Ele
geçen fresklerin önemli ölçüde tahrip görmüş olması tam bir fikir
edinmeye pek de imkân vermemektedir. Figürlü olanlar Roma Çağı’na ait
olup bu dönemin üslubunu ve önceden de bilinen tiplerini yansıtmaktadır.
Mesela I. villada, Antepfıstığı ağacına rastladığı için kazısına devam
edilemeyen (P) odasının güney duvarında, elinde taşıdığı bir tepsi
içinde yemek götüren bir erkek figüründen dolayı burasının villanın
yemek odası olabileceği tahmin edilmiştir<sup>[21]</sup>.
Zeugma’da son bulunan figürlü fresklerin restorasyonu tamamlanmış olup,
teşhire hazırlanmaktadır. Bazan Roma Dönemi fresklerinde veya bunların
altındaki eski yüzeylerde, bazan da dökülmüş kısımlardaki izlerde,
dikdörtgen, kare veya eşkenar dörtgen biçimli geometrik panolar
düzenindeki Hellenistik etkili freskleri izleyebilmek mümkün
olabilmektedir.</p>
<p>Evlerin yaşam mahallerinin, tabanlarında mozaikler ve duvarlarında
fresklerin yanısıra, bronzdan büyük boy heykeller, yüksek ayaklı
şamdanlar veya askılı kandiller, inançla ilgili heykelcik veya
figürinler ve I. villada rastlandığı gibi aslan figürinleriyle süslü
subay kılıçları ile, madenî açılır-kapanır tabureler, keramikten halka
şeklinde yüksek altlıklara yerleştirilen anforalar gibi eşyalarla dekore
edildiği anlaşılmaktadır<sup>[22]</sup>.
Özellikle birinci katlarda geniş pencereler ve bunları koruyan,
perçinle tutturulmuş kare bölmeli demir korkuluklar saptanmıştır ki, bu
kadar geniş pencerelerde süslü perdelerin de kullanılmış olduğunu
düşünmek mümkündür.</p>
<p>Yapıların tavan yükseklikleri hakkında, korunmuş orijinal duvarlara
sahip olunmadığı için net bir bilgiye de ulaşılamamaktadır. Ancak, I.
villanın 3.20 m. civarındaki atrium sütunlarının yüksekliği bu konuda
bir fikir verebilir. Zeugma’da 2000 yılında son çalışılan ikiz
villalarda<sup>[23]</sup>
da orijinal yükseklikte duvarlar bulunamamış olup, atriumlardaki
sütunlarının farklı yükseklikler göstermesi, yine zemini oluşturan
anakaya kotları olduğu kadar, varlığı kabul ikinci kat konstrüksiyonu
ile de ilişkilidir. Zeugma villalarının tek katlı, iki katlı ve meyilden
dolayı ara katlı biçimler içerdikleri kesindir. İkinci katlarda da,
atriumlu plana bağlı kalındığı ve ikinci kat galerilerinin, ele geçen
daha ince ve hafif yapılı sütunlar nedeniyle atriuma açıldığı
düşünülmektedir. Kat aralarının ahşap konstrüksiyonla bölündüğü
anlaşılmaktadır. Mesela, nehir kıyısına en yakın kotta yer alan ve 2000
yılında kazılan ikiz villalarda zemin kattaki mutfağın önünde bulunan
bronzdan büyük boy Mars heykelinin, döşemenin yanarak çökmesi sonucu
buraya düştüğü saptanmıştır. Arşitravlar ve taştan yapılmasına alışılmış
diğer üst yapı elemanları ile çatı konstrüksiyonun tamamının ahşaptan
yapıldığı anlaşılmaktadır. Fırat vadisinde ahşap hammaddenin bol ve ucuz
olmasının yanısıra, bölgede, en azından basit bir arşitrav olarak dahi
kullanmaya müsait olacak kalite veya sağlamlıkta taş bulunmadığından,
Zeugma Villalarının inşaatında, köşe ve destek blokları ile sütunlar
dışında taş kullanılmamıştır. Ahşap malzemenin kullanım yoğunluğuna,
molozların arasında çok rastlanan kömürleşmiş iri ahşap parçalar<sup>[24]</sup> ile gene çok bol ele geçen bronzdan çeşitli boyda büyük başlı çiviler tanıklık etmektedir.</p>
<p>Gerek atriumun etrafını çeviren sundurmanın ve gerekse odaların
üzerinin, yaklaşık 0.40X0.40m ebadındaki düz kiremit levhalarla örtülü
olduğu, aralarının da oluklu kiremitlerle kapatıldığı anlaşılmaktadır.</p>
<p>Şimdiye kadar ele geçen buluntulardan Zeugma kentindeki binaların üç
türlü taban döşemesine sahip olduğu saptanmıştır. Kullanılan yerin bina
içindeki önemine göre zemin katlarda ya sıkıştırılmış çakıllı
killi/toprak, ya da mozaik döşemeler yapılmış olup, ikinci katlarda
çoğunlukla ahşap kullanılmış olmalıdır. İkiz villalarda, ikinci kata ait
olması muhtemel mozaik parçaları ele geçilmiş olmakla beraber, bunların
atriuma açılan galerilere ait olduğu düşünülmektedir. Mozaikler ise ya
basit çizgilere sahip iri tesseralı ve tek renkli (genellikle beyaz), ya
geometrik desenlere sahip ve çok renkli (bazan tonları ile birlikte
10-12 renk), ya da geometrik desenli bordürler ve panolar içine
yerleştirilmiş mitolojik sahnelerin tasvir edildiği figürlü mozaikler
olup, sanatsal değerleri ve işçilikleri bir hayli yüksektir<sup>[25]</sup>.
Konular ve ikonagrafik düzenlemeler, çağdaş Roma dünyasının tanınan
tiplerini ve tercihlerini yansıtmakta olup, Zeugma’ya mahsus başlıbaşına
bir mozaik ekolünü düşündürmektedir. Ele geçen mozaiklerin içinde en
fazla, Anadolu’da çok sevilen Dionysos’un çeşitli tipleri ile <i>“nehir olgusu”</i>
ndan dolayı olsa gerek Okeanos ve Poseidon tasvirleri önde gelmektedir.
Antik dünyada tanınmış, mesela Perseus-Andromeda veya Eros-Pyskhe gibi
mitolojik tiplerin yanısıra, Euphrocine-Akratos gibi yerel ve dünyevî
unsurlar da konu edilebilmektedir. Fakat, aralarına mitolojik
yaratıkların serpiştirildiği süslü bordürler çok etkileyicidir.</p>
<p>Eğimli bir topografyadan dolayı yamaçlara yerleşmiş olan şehir içinde
nasıl bir yol ve ulaşım sisteminin kullanıldığı hakkında henüz kesin
bilgilere varılamamıştır. Ancak, yatay ve paralel yolların yer yer
merdivenler veya rampalarla birbirine bağlandığı düşünülmektedir.
Şehirin ana caddelerinin ise, iskele bağlantısı sebebiyle nehir kıyısını
takip eden bir hat ile, ona paralel olan yaklaşık 420-430 m. kotundan
geçen ve üzerinde önemli idarî ve kültürel yapıların yer aldığı sanılan
en az iki güzergâhtan oluştuğu tahmin edilmektedir. Üstteki hattın kente
güneyden, Karkamış/Europos’dan gelen şehirler arası yolun devamında
olması bu düşünceyi pekiştirmektedir. Fakat, Zeugma’da şehirin alt ve
üst kesimleri arasındaki ulaşımın bir hayli zahmetli olduğu kesindir.</p>
<p>Antik kentin yaklaşık 600m doğusunda, şimdi baraj seddinin altında
kalmış olan bir hamam yapısı ile bir gymnasium olduğu zannedilen yapı
kompleksinin, etrafında yer alan şapel, kuyu ve mahiyeti anlaşılamayan
duvarlar ve bölmelerle özel bir öneme sahip başlı başına bir yapı grubu
oluşturduğu saptanmıştır. Fakat, lejyoner kılıçları ve mızrak uçları ele
geçmiş olmasına rağmen IV. lejyon gibi bir kuruma hizmet edip etmediği
tam olarak anlaşılamamıştır. Askerî kampa ait olduğu bilinen <i>“Legio IIII”</i>
damgalı tuğlalar kentin batı kesiminde yoğun şekilde ele geçmesine
rağmen, bu yapı kompleksinin şehir dışında yer almasını, gene de askerî
birlik gibi özel bir görev sınıfına tahsis edilmiş olmakla izah etmek
mümkündür.</p>
<p>Seleukeia/Zeugma antik kentinin arkeolojik kazılar sonucunda ortaya
çıkmış önemli bir unsuru da, halen dünyadaki en büyük bulla
koleksiyonudur<sup>[26]</sup>.
Bir arşiv binasının 4-6 m derinlikteki yıkıntıları içindeki moloz
dolgunun arasında 100 binden fazla bulla ele geçmiş ve ilk 10 bin bulla
üzerinde yapılan ön çalışmalar sonucunda 115 ayrı tip tesbit edilmiştir.
Bu konudaki çalışmalar sonuçlandığında antik dönemde çevrede yer alan
şehirlerden başlayarak, en azından orta menzildeki diğer önemli
şehirlere kadar uzanacak bir bulla ilişkisi ortaya çıkabilecektir. Bu
şehirlerde de Zeugma menşeli bullaların bulunması, şehirler arası idarî,
ticarî, askerî, dinî ve sosyal konulardaki ilişkileri ortaya çıkararak
belirli bir dönemin aydınlatılmasında şüphesiz çok önemli roller
oynayacaktır.</p>
<p>Zeugma, bütün bu zenginliğini ve görkemini M.S. 256 yılında yitirdi.
İran ülkesine Roma ordularının hücum noktası, toplanma ve hazırlık üssü,
harekâtın başlangıç noktası gibi hassas olan konumundan dolayı, kendini
güçlü hissettiği anda batıya saldıran Sasanîler’in hemen hemen ilk
intikam aldıkları yer Zeugma oldu. Yakıldı yıkıldı uzun yılların
intikamı alındı, fakat Zeugma da bir daha belini doğrultamadı. Hiç bir
zaman eski zenginliğine ve ticarî hareketliliğine kavuşamadı. Önceleri
yavaş fakat giderek artan bir çöküşle M. S. XI. yy’dan sonra kendisinden
haber alınamaz oldu.</p>
<p>Zeugma, yıllar sonra baraj inşaatı mevzuatındaki yeni uygulama ve
denemeler sonucunda talihsiz bir şekilde bir bölümünü kaybetti.
Kaybedilen kısımın bütünün içindeki yeri ve önemi neydi? Sekiz yıl
boyunca kış-yaz Zeugma’nın tozunu yutmuş birisi olarak buna cevap vermek
oldukça zordur. Öncelikle, <i>“kaybedilen”</i> her zaman önemlidir,
kaçan balığın büyük olması misali. Kötünün iyisi ise, kaybedilenden elde
edilen bilginin niteliği ve miktarıdır. Bu açıdan bakıldığında ise, az
da olsa teselli olacak bir şeyler bulunabilmektedir. Çünkü, son
dönemleri alelacele olmasına rağmen 1992, hatta 1987′ den beri elde
edilen bilgi ve belge küçümsenmeyecek boyuttadır. İskele ve çevresine,
şehirciliğine, sivil mimarlığına, inşaat tekniğine ve malzemesine,
günlük ve sosyal hayata, inanç biçimine ve bunun maddi belgelerine,
sanatsal ögelere, askerî, idarî ve ticarî hayata, ölü gömme adetlerine
ve daha benzer birçok konuda bilgi sahibi olunmuştur. Bundan sonra ilk
yapılacak olan da, ziyaretçileri aydınlatacak seyir terasları yapmak,
çeşitli dillerde bilgi levhaları koymak ve antik yapıları kullanımını ön
plana alarak restore edip insanlığın hizmetine sunmaktır<sup>[27]</sup>.</p>
<p>Zeugma’nın arkasından ağıt yakmanın bir anlamı yoksa da, bundan
sonrakiler için tedbirli olunmalı ve Zeugma’da yaşananlardan ibret
alınmalıdır<i>. “Baraj-su-tarım-elektrik, her şey veya vazgeçilmez midir?”</i> sorusuna <i>“kültür değerlerine, ekolojik dengeye, fauna ve floraya dokunmamak kaydıyla evet”</i>
demek mümkündür. Çünkü bütün bu 21. yüzyıl ihtiyaçlarını gerekirse
ithal etmek mümkün iken, kültür değerlerini dışardan getirmenin
imkânsızlığını her düşünen kafa biliyor olmak mecburiyetindedir.</p>
<p>Dünya vatandaşı olan her insan, geçmişi ve geçmiş uygarlıkları
tanımak, öğrenmek ve bilgi almak hakkına sahiptir. Anadolu insanı ise,
içinde yaşadığı kültürel değerlerin mirasçısı olmak sıfatıyla ile böyle
bir imtiyazı herkesten daha çok hak etmektedir. Türk Arkeolojisinin
Zeugma’dan öğreneceği daha pek çok bilgi vardır. Ancak, itidalli,
sabırlı hazımlı ve ne istediğini iyi bilmek ve ona göre davranmak
gerekmektedir.</p>
<p><b>KISALTMALAR VE BİBLİYOGRAFYA </b></p>
<p><b></b></p>
<table border="1" cellpadding="0" cellspacing="0">
<tbody>
<tr>
<td valign="top" width="109">KST</td>
<td valign="top" width="535">Kazı Sonuçları Toplantısı Bildirileri</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="109">Anat. Ant.</td>
<td valign="top" width="535">Anatolia Antiqua</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="109">Mz.KK. Sem</td>
<td valign="top" width="535">Müze Kurtarma Kazıları Semineri Bildirileri</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="109">Ark-Snt</td>
<td valign="top" width="535">Arkeoloji ve Sanat dergisi</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="109">Bkz.</td>
<td valign="top" width="535">Bakınız</td>
</tr>
</tbody>
</table>
<table border="1" cellpadding="0" cellspacing="0">
<tbody>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Abadie Reynal – Ergeç</b>Anat. Ant-97</td>
<td valign="top" width="496">Catherine ABADİE-REYNAL-Rifat ERGEÇ, <b><i>“Mission De Zeugma- Moyenne Vallee de L’Euphrate “</i></b> Anatolia Antiqua V, Paris 1997 p. 349-370</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Abadie Reynal – Ergeç</b>Anat. Ant- 98</td>
<td valign="top" width="496">Catherine ABADİE-REYNAL-Rifat ERGEÇ, “<b><i>Mission De Zeugma- Moyenne Vallee de L’Euphrate Rapport Preliminaire de la Campagne de Fouilles de 1997″</i></b><i> </i>Anatolia Antiqua VI, Paris 1997 P. 349-378</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Abadie Reynal – Ergeç</b>Anat. Ant 99</td>
<td valign="top" width="496">Catherine ABADİE-REYNAL-Rifat ERGEÇ-Eyüp BUCAK <i>“<b>Zeugma- Moyenne Vallee de L’Euphrate Rapport Preliminaire de la Campagne de Fouilles de 1998″ </b></i>Anatolia Antiqua VII, Paris 1997 P. 311-366</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Akşit</b>-1985</td>
<td valign="top" width="496">Oktay AKŞİT, Roma İmpatorluk Tarihi, İstanbul 1985</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Algaze-</b>1994,</td>
<td valign="top" width="496">G. ALGAZE – R. BREUNİNGE – J. KNUDSTAD “<b><i>The TigriEuphrates Archaeological Reconnaissance Project: final report of the Birecik and Carchemish Dam survey areas</i></b>” Anatolica 20: s. 1-96</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Atlan</b> -970</td>
<td valign="top" width="496">Sabahat ATLAN, Roma Tarihinin Ana Hatları, İstanbul 1970</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Başgelen-Ergeç</b> 2000</td>
<td valign="top" width="496">Nezih BAŞGELEN-Rifat ERGEÇ, Tarihe Son Bakış, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2000.</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Campbell-Ergeç-</b>1992/1994<b> </b></td>
<td valign="top" width="496">Sheila CAMPBELLandRifat ERGEÇ, <b><i>“New Mosaics Rescue Excavations by the Gaziantep Museum (1992-1994)” </i></b>The Twin Towns of Zeugma on The Euphrates, Ed: D. Kennedy, Portsmounth 1998, p. 109-128</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Ergeç</b>-Mz.KK.Sem 1993</td>
<td valign="top" width="496">Rifat ERGEÇ, <b><i>“Belkıs/Zeugma Mozaik Kurtarma Kazısı 1992”,</i></b> IV. Müze Kurtarma Kazıları Semineri, Ankara 1993, s.321-337</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Ergeç</b>-Mz.KK Sem1993-1994</td>
<td valign="top" width="496">Rifat ERGEÇ, <b><i>“1993-1994 Belkıs/Zeugma Kurtarma Kazıları”,</i></b> VI. Müze Kurtarma Kazıları Semineri, Ankara 1996, s. 357-369</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Ergeç</b>– Ark-Snt1995</td>
<td valign="top" width="496">Rifat ERGEÇ, <b><i>“Belkıs/Zeugma’da Bir Roma Villası ve Taban Mozaikleri”</i></b> Arkeoloji ve Sanat Dergisi, No:66 İstanbul 1995 s. 2-10</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Ergeç-</b>Nekropol 1995</td>
<td valign="top" width="496">Rifat ERGEÇ, Güney Kommgene Bölgesindeki
Antik Dönem Nekropol ve Mezarları, ( S.Ü. doktora tezi ), Konya 1995, (
bu tezin nekropol ve mezarlar bölümü Asia Minor Studien No.43’de
yayınlanacaktır.)</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Ergeç</b>-Mz.KK.Sem 1997</td>
<td valign="top" width="496">Rifat ERGEÇ, <b><i>“Belkıs/Zeugma Roma Villası”,</i></b> VIII. Müze Kurtarma Kazıları Semineri, Ankara 1997, s. 407-418</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Ergeç-</b>1992/1994</td>
<td valign="top" width="496">Rifat ERGEÇ, <b><i>“Rescue Excavations by the Gaziantep Museum (1992-1994)”</i></b> The Twin Towns of Zeugma on The Euphrates, Ed: D. Kennedy, Portsmounth 1998, p. 81-91</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Ergeç- </b>KST2000</td>
<td valign="top" width="496">Rifat ERGEÇ, <b><i>“Belkıs-Zeugma 1997-1998 Kurtarma Kazıları”</i></b> 21. Kazı Sonuçları Toplantısı, Ankara 2000, s.259-270</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Ergeç</b>-Ark.Snt 2000</td>
<td valign="top" width="496">Rifat ERGEÇ, <b><i>“Belkıs/Zeugma (1992-1999/2000) Çalışmalar, Araştırmalar ve Kazılar”</i></b> Arkeoloji e Sanat Dergisi, No:98, s.20-29</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>İnan-</b>Lyrbe?/Seleukeia?</td>
<td valign="top" width="496">Jale İNAN, Toroslar’da Bir Antik Kent, Lyrbe?/Seleukeia?, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 1998</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Kennedy-</b>1998</td>
<td valign="top" width="496">David Kennedy, The Twin Towns of Zeugma on The Euphrates: Rescue Work and Historical Studies. Ed: D. Kennedy, Portsmounth 1998</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Kopraman </b>-1989</td>
<td valign="top" width="496">Kazım Yaşar KOPRAMAN, Mısır Memlüleri Tarihi, KBY, Ankara 1989</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Önal-</b>Ark.Snt/2000</td>
<td valign="top" width="496">Mehmet ÖNAL, <b><i>“Belkıs’ta Sular Yükselirken”</i></b> Arkeoloji e Sanat Dergisi, No:98, s.30-34</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Parlasca</b> -1984</td>
<td valign="top" width="496">Klaus PARLASCA <b><i>“Neues zu den Mosaiken von Edessa und Seleukeia am Euphrat”</i></b> III. Colloquio internazionale sul mosaico antico, Ravenna 1980, Edizioni Del Girasole 1984.</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Reynal-Ergeç-</b>KST-1997</td>
<td valign="top" width="496">Catherine Abadie REYNAL – Rifat ERGEÇ, <b><i>“Zeugma ve Apameia Çalışmaları”</i></b> XIX KST I, s. 409-424 Ankara</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Reynal-Ergeç</b>-KST-1998</td>
<td valign="top" width="496">Catherine ABADİE-REYNAL-Rifat ERGEÇ, <i>“<b>Zeugma ve Apameia 1996 Çalışmaları”</b> </i>XIX. Kazı Sonuçları Toplantısı II. Ankara 1997, s. 409-424</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Reynal-Ergeç</b>-KST-1999</td>
<td valign="top" width="496">Catherine ABADİE-REYNAL-Rifat ERGEÇ, “<b>The Zeugma and Apameia Works 1997″</b> XX. Kazı Sonuçları Toplantısı II. Ankara 1997, s. 403-416</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Reynal-Ergeç</b>-KST-2000</td>
<td valign="top" width="496">Catherine ABADİE-REYNAL-Rifat ERGEÇ, <b><i>“1998 Zeugma Kurtarma Kazısı”</i></b> 21. Kazı Sonuçları Toplantısı II. Ankara 2000, s. 249-258</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Strabon</b></td>
<td valign="top" width="496">Strabon, Coğrafya, çev: Prof.Dr. Adnan PEKMAN, Arkeoloji ve Sanat yayınları,İstanbul 1993</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Taşyürek</b>-1974</td>
<td valign="top" width="496">O. Aytuğ TAŞYÜREK, Eskiçağda Kommagene (basılmamış doktora tezi) İ.Ü. 1974</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Taşyürek</b>-1975</td>
<td valign="top" width="496">O. Aytuğ TAŞYÜREK, <b><i>“Die Münzpraegung der Könige von Kommagene”</i></b> Antike Welt, Sondernummer, Mainz 1975</td>
</tr>
<tr>
<td valign="top" width="156"><b>Wagner</b>-1976</td>
<td valign="top" width="496">Jörg WAGNER, Seleukeia am Euphrat/Zeugma, Wiesbaden 1976</td>
</tr>
</tbody>
</table>
<hr size="1" /><sup>[1]</sup>
Talebesi olmakla her zaman haklı bir gurura sahip olduğum muhterem
hocam, merhum A.M. MANSEL’in vefatının 25. yıldönümü münasebetiyle
mütevazı bir yazı yazmama imkân sağlayan değerli düzenleyecilere
teşekkürü kaçınılmaz bir görev addediyorum.
<p><sup>[2]</sup>
Yrd. Doç. Dr. Rifat ERGEÇ, Gaziantep Üniversitesi Eskiçağ Tarihi
Anabilim Dalı Başkanı, Gaziantep Müze Müdürü olduğu dönemde
Belkıs/Zeugma (1992-1999) kurtarma ve katılımlı kazıları başkanı.</p>
<p><sup>[3]</sup> Bkz. Orta Fırat arkeolojik yerleşmeleri için <b>Algaze-</b>1994, s. 199 vd., Fig. 25a-25b</p>
<p><sup>[4]</sup> <b>Parlasca-</b>1984, s. 321-233, <b>Wagner-</b>1976, “grabstein”</p>
<p><sup>[5]</sup>
Yapılan bu çalışmalara ait bibliyografya ekte verilmiş olup, makaleler
daha çok “Müze Kurtarma Kazıları Semineri Bildirileri”, “Kazı-Araştırma
ve Arkeometri Sonuçları Sempozyumu Bildirileri” ile “Anatolia Antiqua”
gibi yayınlarda toplanmıştır.</p>
<p><sup>[6]</sup> <b>Başgelen-Ergeç</b>-2000, s. 6 vd.</p>
<p><sup>[7]</sup> <b>Wagner-</b>1976, s. 39 vd.</p>
<p><sup>[8]</sup> <b>Reynal-Ergeç</b>-KST 98 s.409-424, <b>Reynal-Ergeç-</b>KST-99 s. 403-416, <b>Reynal-Ergeç</b>-KST-2000, s. 249-258, <b>Abadie Reynal-Ergeç</b>-Anat.Ant 98, s.379-406, <b>Abadie Reynal -ERGEÇ-</b>Anat.Ant.97. s. 349-370, <b>Abadie Reynal-Ergeç-Bucak</b> – Anat.Ant.99, s. 311-366 .</p>
<p><sup>[9]</sup> <b>Taşyürek</b>-1974, s. 69-95</p>
<p><sup>[10]</sup> <b>Atlan</b>-1970 s. 147, <b>Akşit</b>-1985, s.146</p>
<p><sup>[11]</sup> <b>Ergeç-</b>Nekropol<b>–</b>1995, s. 77 vd.</p>
<p><sup>[12]</sup> <b>Strabon</b>-C 664, s. 223</p>
<p><sup>[13]</sup> <b>Wagner</b>-1976,
karte II. Her ne kadar Wagner’in haritasında köprü okları (ayakları)
ismiyle, sadece Apameia’da bir yer işaretlenmişse de, kazılarda köprü
ayağı olabilecek somut bir buluntuya rastlanmamıştır. Tahmin edilen
yerin ise bir geç devir duvar kütlesi olduğu kanısına varılmıştır.</p>
<p><sup>[14]</sup> <b>Kopraman-</b>1989, s.196</p>
<p><sup>[15]</sup> <b>Taşyürek</b>-1975, s.42-43, Ergeç-Mz.KK.Sem 1997, s. 411, Res.13</p>
<p><sup>[16]</sup>
Sonraki yıllarda, diğer villalar ile karışmaması için kazı ekiplerinin
kendi aralarında verdikleri isimlere göre bu villa harita ve planlara
“ERGEÇ Villası” adıyla geçmiştir. Detaylı bilgi için bkz. <b>Ergeç</b>-Mz.KK. Sem 1993, s.321-337, <b>Ergeç</b>-Mz.KK. Sem-1993-1994, s. 357-369, <b>Ergeç</b>-Ark-Snt-1995, s.2-10, <b>Ergeç</b>-Mz.KK. Sem 1997, s. 407-418 <b>Ergeç-</b>KST-2000, s.259-270. <b>Ergeç-</b>1992-1994, s.81-91, <b>Campbell-Ergeç-</b>1992-1994, s. 109-128. <b>Kennedy-1998</b>, Fig. 3.1-3.2.</p>
<p><sup>[17]</sup> <b>Reynal-Ergeç</b>-KST-1999, s. 405, Res. 7-8, <b>Abadie Reynal-Ergeç</b>-Anat. Ant- 98, s.388-392,fig.14-15</p>
<p><sup>[18]</sup> <b>Ergeç</b>-Mz.KK. Sem 1993, s.330 çizim:1, <b>Ergeç</b>-Mz.KK. Sem 1993-1994, s.362 plan:2,</p>
<p><sup>[19]</sup> <b>Ergeç</b>-Mz.KK. Sem 1993, s321 vd., <b>Ergeç</b>-Mz.KK. Sem 1993-1994, s.357 vd. <b>Ergeç-</b>KST-2000 s.259 vd.</p>
<p><sup>[20]</sup> <b>İnan –</b>Lyrbe?/Seleukeia?, s. 16-37</p>
<p><sup>[21]</sup> <b>Ergeç</b>-Mz.KK. Sem 1997, s. 410, Res. 7-8, çizim:1</p>
<p><sup>[22]</sup> <b>Ergeç</b>-Mz.KK. Sem 1993, s. 327, Res. 6-11</p>
<p><sup>[23]</sup> <b>Başgelen-Ergeç</b>-2000, s. 49</p>
<p><sup>[24]</sup>
Bu villadaki kömürleşmiş ahşap parçaların Radyokarbon analizleri (+- 50
) yanılgı ile 1700 yıl vermektedir ki, villanın tahrip yılları ile
uyuşmaktadır.</p>
<p><sup>[25]</sup> <b>Ergeç</b>-Ark.Snt 2000, Res. 1-7, <b>Önal-</b>Ark.Snt 2000, Res.1-8</p>
<p><sup>[26]</sup> <b>Önal-</b>Ark.Snt2000, s. 34</p>
<p><sup>[27]</sup> Kazı ekiplerinin yayınları için bkz. <b>Ergeç</b>– Ark.Snt 2000 s. 28-29</p>Ahmet Gökalp ERGEÇhttp://www.blogger.com/profile/02734049072415775613noreply@blogger.com