Zeugma Gerçeği ve Gaziantep’te Çağdaş Müzecilik

Zeugma Gerçeği ve Gaziantep’te Çağdaş Müzecilik

Gaziantep Genç İşadamları Derneği’nin yayını olan GENÇ ÇİZGİ dergisinin 2005 / 16. sayısında yayınlanmıştır.

Yrd. Doç. Dr. Rifat ERGEÇ

Zeugma” ismi Gaziantep’te ilk defa, 1992 yılından itibaren sıkça duyulmaya başladı. Gaziantep Müzesi’ne yapılan ihbar üzerine bir kaçak kazıya müdahale edilmesi sonucunda bir Roma villasının salon ve misafir odasında üzüm ve şarap tanrısı Dionysos’un düğününü konu alan bir taban mozaiği ile dairesel motifli geometrik desenli bir mozaik ortaya çıkarılmıştı. En çok, çevre köylüler Zeugma’da çıkarılan mozaiğe ilgi duydular. Sebebi de, o güne kadar duyup da görmedikleri, çok kişiyi zengin eden, çok daha fazlasının hayallerini süsleyen ” antika mal” dedikleri neymiş diye. Fakat, gördükten ve uzun süre hayran hayran seyrettikten sonra “bu güzel şeyleri çalıp da kaçıranlara” okudukları lânete şahit olmaya değerdi. İşin sonunda da olsa Zeugma mozaiklerinin değerini öncelikle, Belkıs ve çevresindeki köylüler anlamış oldu. Zaten bu mozaiklerle beraber antik kentin ve Fırat havzasındaki bitki örtüsünün tüm zenginliğinin sulara gömülmesine de en çok onlar yandı. İş işten geçmişti ama, önceleri kaçak kazıları ve eser kaçakçılığını bir geçim kapısı veya piyango ikramiyesi gibi görenlerin, yerleri yurtları sulara gömülürken basın mensuplarına ” bu bir eski eser katliamıdır” diye yakınarak eski eserlerden medet ummaları büyük bir tezat teşkil etmekteydi. Zeugma’daki Dionysos mozaiği Gaziantep Valiliği’nin de desteklemesiyle bir anda büyük çapta ses getirdi. Ülke çapındaki basın-yayın organlarında sitayişle bahsedildi. Turizm Bakanlığı yollarının asfaltlanması için ödenek ayırdı. Tanıtım broşürlerinde, turistik yayınlarda sansasyonel ifadelerle yer aldı. Telif hakkı sahibi olunmasına rağmen Gaziantep’in tanıtımı uğruna bu türlü görsel yayınlara ses çıkarılmadı. Dionysos mozaiği 1994 yılında Kültür Bakanlığı’nın uluslararası sempozyumuna afiş yapıldı, aynı yıl tarafımızdan ulusal ve uluslararası çağrılarda bulunularak tüm bilim adamları Zeugma’da çalışmaya davet edildi. Fakat, Zeugma için gösterilen bu çabaların sonucunda gelinen yer, protokol düzeyini pek de geçemedi. Bir devlet misafiri geldiğinde veya resmî bir toplantı veya kongreler sonrasındaki gezilerinde hatırlandı. Okullar, dönem sonu gezilerinde Fırat kıyısını tercih ettiklerinde Zeugma’daki mozaiği de görmüş oldular. Halbuki, Müze Müdürlüğünde hafta sonları çeşitli kuruluşlar ve meslek odası mensuplarına aileleri ile birlikte slaytlı konferanslar verilmiş, okullarda ve çeşitli derneklerde konuşmalar yapılarak Zeugma tanıtılmış, gazete, dergi ve görsel yayın organlarında konu hep gündemde tutulmaya çalışılmıştı. Fakat genelde istenen ve beklenen ilgiye bazan ilgisizlik, bazan da çeşitli tepkiler yüzünden hiçbir zaman ulaşılamadı. Kimisi ” gâvur eserleri“nin ortaya çıkarılmasını vatan hainliği olarak gördü, kimisi bulunan eserlerden dolayı topraklarının sit alanı olacağından korkup “kazıları durdurun” diye tehdit etti, kimisi “bizim kendi ata-dede eserlerimiz varken bunlar da ne oluyor ” diye tepki gösterdi, kimisi de “mozaikse mozaik ne varmış bunda” diye dudak büktü. Bu yüzden, mozaik desenlerinin halılarda, kilimlerde veya çeşitli dokumalarda kullanılarak tanıtımının yapılması gibi düşüncelerimiz, girişimlerimiz ve hevesimiz daha o yıllarda söndü gitti.

Şehirin sosyal ve kültürel hayatına dair tarihçesi o kadar çok yazılıp çizildi ki, Zeugma’nın, M.Ö. 300 yılında Seleukos I. Nikator (muzaffer) tarafından kurulmuş olduğunu ve Seleukos Krallığı ile devamındaki Kommagene, Roma, Sasanî ve Bizans dönemlerini şimdilerde hemen herkes genel hatlarıyla biliyor. Bilmeyenin de herhangi bir firmanın izinsiz kullandığı resimler ve bizim yazılarımızdan kopya ettiği bir takvim veya ajandasından öğrenmesi işten bile değil. Fakat çok az kişi, Zeugma ve civarının M.Ö. III. bin yılda ve sonrasında çok kalabalık, zengin ve gelişmiş olduğunu, hatta bu bölgede ilk yerleşimlerin Dülük’ten daha eski, günümüzden 800-900 bin yıl öncelere dayandığını bilebilir. İşte, eğer Zeugma’yı bir bütün olarak ele almak gerekirse bunları da hesaba katmak gerekir.

Ne oldu da, üvey evlat durumundaki Zeugma bir anda ilgi odağı haline geliverdi? Bizler, birisi gözümüze çöp batırmadan harekete geçmeyiz ya, işte aynen öyle oldu. Ne zaman ki, 2000 yılında New York Times gazetesinde Zeugma hakkında, hem de ” tahrip ediyorlar” diye aleyhte bahseden yazılar çıkmaya başlayınca dünya medyası da bu haberin üzerine atladı. İşte o zaman insanımızın aklı başına geldi. Hem de ne geliş, her şey o kadar büyütüldü, o kadar abartıldı, o kadar üzerine gidildi ki, Zeugma’nın ismi, kendini geçti. 2000 yılından sonra ziyarete gelenler şaşkınlığa düştüler, ” bu muymuş Zeugma ” diye. Şimdilerde her yerde, her iş kolunda, akla gelecek gelmeyecek bir çok yerde “Zeugma” ismine rastlayabilirsiniz, ama artık insanlara da usanç geldi bu ismi yerli yersiz duymaktan, görmekten, okumaktan. 7-8 yıl boyunca Belkıs/Zeugma benim de hayatımın çok önemli bir parçasıydı, ama artık son zamanlarda adını duyduğumda bana bile soğuk gelmeye başladı. İlgili ilgisiz, yetkili yetkisiz, bilen bilmeyen herkes bir şekilde Zeugma’nın ucundan tutup kendini entel hissetmenin veya böyle tanıtmanın peşinde koşmaya başladı. Bunların yanısıra, ismi duyulmaya başlayan AB Hibe Fonları’ndan faydalanmanın kapısını aralamak için de Zeugma’dan geçen yollar aranmaya başlamış görünüyor. İşin turizm tarafından bakıldığı zamanki hali bir başka görünümde. Birçok defalar, Zeugma’nın, jeolojik yapısından dolayı Efes, Bergama veya Afrodisias gibi açık hava müzesi görünümünde olamayacağının ifade edilmesine rağmen, kendini yetkili zanneden bazıları turizm pastasından pay kapma adına plânlardan, projelerden bahsetmeye devam ediyorlar. İşin en korkunç yanı da budur. Bilinçsiz ellerde kalacak Zeugma gibi bir antik kent kalıntısının, turizm adına kurban edilmesinden daha büyük nasıl bir facia olabilir? Bir antik kentin başına gelecek en kötü akibet böyle bir sondur, hatta Pompei gibi lav ve küllerin altında kalması bile çok daha ehvendir. Çünkü en azından daha bilinçli gelecek nesillere, korunarak ulaşabilir. Allah’tan, meydana gelen yeni bir gelişme yüreklere biraz olsun su serpti de, korkulu rüya görme tehlikesi kısmen atlatıldı. Zeugma’nın bilimsel kazı ve araştırmasına A.Ü. DTCF Arkeoloji Bölümü talip oldu ve Bakanlar Kurulu kararıyla kazı izni verildi. Artık bundan sonra Zeugma’nın kazıları, araştırmaları, restorasyonu, turizme açılma ve ziyaret edilme şartları ile tüm bilimsel sorumluluğu anılan bilim kurumuna aittir. Zeugma’da, hemşehrilikten komşuluğa, yasal ilgiden duygusallığa, rant kaygısına, çıkar hesaplarına kadar bir şekilde sahiplenilmeye çalışılma, pay çıkarma, hisse alma döneminin inşaallah sona erdiğini, yurt dışından ağzı sulanarak bakıp sansasyon adına fırsat kollayan ahtapotların da kollarının kesilmiş olduğunu düşünüyoruz. Başlangıcından beri 8 yıl boyunca Zeugma’ya emek vermiş birisi olarak bunlar, benim de Zeugma hakkında görüşlerimi bildirdiğim son cümlelerimdir. Çünkü artık Zeugma’nın bir sahibi vardır ve bize düşen, etik kurallar gereği meslektaşlarımıza başarılar dileyip, çalışmalarına saygı göstererek yapacaklarını izlemektir.

Gaziantep’te yeni ve çağdaş müze veya Zeugma Müzesi konusuna gelince; Çağdaş anlamda bir müzenin kurulması ve bunun tasarımının yapılması, müzeoloji denilen yeni bir bilim dalının kuralları dahilinde yapılmak durumundadır. Yani, akademik kurallar içinde, tamamen bir tez hazırlamak gibi bilimsel olmak zorundadır. Çünkü, “müze-mousaion” kelimesinin anlamı ” bilimler tapınağı“dır. Müzede sergilenen “her şey” de bu bakış açısından süzülerek gerçekleştirilmelidir. Bir müze hazırlamak, ilgisiz ve yetkisiz başkaları’nın hiç karışmaması gereken, tamamen müze uzmanlarının sorumluluğunda olması gereken bilimsel bir faaliyettir. Geçmiş zamanın yaşantısını, tarihî olaylarını, geleneklerini veya ne anlatılmak isteniyorsa, o konunun yorumunu yapmak, adetâ o dönemin romanını yazmak demektir. Yeni bir müzeyi kurguluyorken, bütün detayları iyice incelenmiş, mevcut eserlerin niteliklerinin tüm detayları saptanmış, izleyiciye verilmek istenen mesaj belirlenmiş, müze tasarımının mantığı net olarak saptanmış olmalıdır. Bunun için, öne sürülen fikirlerin hazmedilip, özümsenip, eleştirecek kadar zaman ayrılması, tüm fikirlerin defalarca gözden geçirilmesi, konuyla ilgili otoritelerin görüşlerinin alınması, sonuçta bir sentez yaratılırken son kararı vermeden önce defalarca maketler ve modeller üzerinde denemeler ve uygulamalar yapıldıktan sonra karar verilmesi gereklidir. Son zamanlarda milletin diline pelesenk olan ve Zeugma mozaikleri için örnek gösterilen Tunus’taki Bardo Müzesi bile, Almanlarla yaptıkları işbirliği ile en az 5 yıllık bir araştırma ve hazırlık döneminden sonra ziyarete açıldı. Mozaiklerin sanat değeri bir yana, aslında Bardo Müzesi hiçbir zaman örnek alınacak bir müze değildir. Bakan gözle, gören gözün farkı burada ortaya çıkıyor. Osmanlı döneminden kalan bir sarayın mimarîsine hiç olmazsa sadık kalınarak restore edildikten sonra, sarayın görkeminin mi, yoksa mozaiklerin mi öne çıkarıldığının pek anlaşılamadığı, mozaiklerin ait olduğu dönemin atmosferinin hiç yakalanamadığı ” altı kaval üstü şişhane” dedikleri cinsten, fazla abartılı, barok özelliklerin fazlaca belirginleştiği hatta taştığı, müzecilik açısından bakıldığında vasat üstü sayılabilecek bir müzedir. Hele hele de ” Bardo Müzesi’nin bilmem ne kadar metrekare mozaiğine, Zeugma mozaikleri ile şu kadar fark attık ” gibi söylemler fazlaca Ortadoğulu kaçıyor. Arkeolojik ve müzeolojik terminolojide, hiçbir zaman metrekare, adet, uzunluk, büyüklük gibi birimlerle karşılaştırma yapılmaz, ancak arkeolojik ve sanatsal özelliklerinin analojisi yapılarak yorum getirilmeye çalışılır. Aslında şuradan buradan örnek aramaya gerek yoktur. Çünkü Türk Müzeciliği son yıllarda büyük ilerlemeler kaydetmiş ve dünyadaki müzelere örnek olacak uygulamalar gerçekleştirmiştir. Bunun en sağlam kanıtları da, Avrupa Müzecilik Ödüllerini kazanan müzelerimiz ile dünya çapında ses getiren ” Muhteşem Süleyman“, “Türkler” gibi birçok sergilerimizdir.

Günümüzde, yürütülmüş olan sağlıksız ve kontrolsüz propaganda ile medyadaki abartılı tanımlamalar yüzünden Zeugma’ nın adı, ait olduğu antik şehirden daha büyük hale gelmiş, baraj sularına kaybedilen bölümler sebebiyle de Belkıs Harabeleri izleyenin nazarında adeta daha da küçülmüştür. Bu sebeple, Zeugma tanımlamasının içi boş, kof bir kavramdan ibaret olmadığını ziyaretçilere göstermek ve turizme kazandırmak için ayrı bir müze yapılması gereklidir. Baştan dikkate alınması gereken bir husus vardır. Müzelerin adı keyfî olarak değiştirilemez, yasal prosedüre bağlıdır. Mevcut Müzenin adı “Gaziantep Arkeoloji Müzesidir”. Ne Gaziantep Müzesi Zeugma Müzesidir, ne de Zeugma ” mozaik” demektir. Fakat, müstakil bir Zeugma Müzesi’nde en önemli yeri mozaikler kaplayacağından ana hatlar bu hususlara göre plânlanmalıdır. Bir Zeugma Müzesi’nin plânlamasına şimdiden başlanmalıdır. Mevcut arkeoloji müzesinin ek binasının düzenlemesiyle oluşturulan yeni teşhir şimdilik oldukça doyurucudur, ancak hiçbir zaman yeterli değildir. Bu haliyle de en fazla 10-15 yıl idare eder. Tabii, bütün mozaiklerin teşhir edilmesi için bayrak açanlar ikna edilebilirse. İşler müzecilere bırakılırsa, bu konu kendiliğinden hallolur. Çünkü müzeciler bir müze kuralını uygularlar ve sahip oldukları eserlerin her yıl veya iki yılda bir en fazla yüzde yirmisini sergileyerek, müzeyi canlı, güncel ve ilginç tutmayı sağlarlar. Onlar, müze teşhirinin ” yeni gelinin çehizi” gibi sergilenmeyeceğini çok iyi bilirler.

Müzecilerin ve onlara yardımcı olacak diğer meslek erbabının sorumluluğuna bırakılmak şartı ile, yeni yapılması gereken bir “Zeugma Müzesi“, kolay ulaşılabilir âdeta ayak altı bir yerde, birkaç sıra ağaçla çevrilmiş bir bahçenin ortasında huzur veren bir ortam içinde olmalıdır. Yeterince büyük bir otoparkı, ziyaretçi ihtiyacı için müze içinde olmayan helâ, vestiyer, kafeterya gibi konfor birimleri olmalıdır. Müze geniş bir alanda yer almalı ve asla tek kattan daha yüksek olmamalıdır. Müze depoları yer altında değil, zemin üstünde yapılmalıdır. Teşhir salonları yeterince yüksek yapılmalı ve ferah olmalıdır. Özellikle mozaikler, doğal ışıkla aydınlanmalıdır. Müze içi ulaşım ve ziyaretçi akışı, geri dönülmeyecek ve sıkışıklık yaratmayacak şekilde düzenlenmeli, özürlüler için sakat rampaları ve yürüyen bantlar yapılmalıdır. Bilgilendirme için, özel salonların yanısıra, teşhir salonlarında çok sayıda audiovizyon konulmalı, her dilden görsel ve işitsel bilgi verilmelidir. Ziyaretçilerin dinlenmesi için, sık sık oturma grupları düşünülmelidir. Özellikle mozaiklerin civarında, bunları sanatsal anlamda çalışmak isteyen öğrenci veya sanatçılar için yer ayrılmalıdır. Bütün bunlar ve burada belirtemediğimiz diğer hususlar için, müzecilerin en büyük yardımcıları, mimarlar, iç mimarlar, dekorasyon uzmanları, pedagoglar, müze eğitmenleri, psikologlar ve güvenlik uzmanlarıdır. Böyle bir müze Gaziantep’in olduğu kadar Türkiye’nin de yüz akı olacaktır. O zaman belki Tunuslular gelip bizim müzemizden örnek alacaklardır. Ama bu müzenin adı ” Zeugma Müzesi“dir. Hiçbir zaman “Mozaik Müzesi” olmamalıdır. Yakın gelecekte böyle bir Zeugma Müzesini ziyaret etmek dileğiyle.

27.06.2005